sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Toplantı salonunda gerçekleştirilen bir etkinlikte konuşma platformunda yer alan bir masada 4 kadın oturuyor. Masada kadınların önünde karton bardaklar ve kağıtlar var. Kadınlardan birinin elinde mikrofon konuşuyor. Masanın ön tarafında kadınları temsil eden figürlerin yer aldığı afişler asılıdır.
HAZIRLAYAN: Şule SEPİN İÇLİ

Çok heyecanlı ve mutluyum bugün burada olduğum için. Çocuk haklarıyla ilgili bir ifade alanı açıldığı için teşekkürlerimi sunuyorum. Mor Çatı’yla Türkiye’de erkek şiddetinin ve erkek şiddetiyle mücadele mekanizmalarının çocuk haklarına etkisine ilişkin bir rapor hazırladık. Bu raporu size aktarmaya çalışacağım. Raporun yazılış sürecinin tarihsel bir önemi var. Çünkü 2012 yılında, Türkiye hakkında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi sonuç gözlemlerini açıkladı ve bu sonuç gözlemlerinde de özellikle Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle nasıl mücadele edeceği, bunun çocuklar üzerindeki etkilerinin nasıl giderileceğiyle ilgili hesap vermesini istedi. Bu süreçten kaygı duyduğunu iletti. Bizim raporu yazdığımız tarihlerde de Türkiye komiteye kendi periyodik raporunu sunmuştu. Sayfalarca yazılan o raporda, tahmin edeceğiniz gibi Çocuk İzlem merkezleri, Adli Görüşme Odaları, 6284 Sayılı Kanun, eğitim verdikleri hâkim sayısı gibi ifadeler vardı. Mor Çatı’yla hazırladığımız raporda, gerçekten Türkiye’de çocukların gerek sığınaklarda gerekse erkek şiddetiyle mücadelenin herhangi bir alanında ne yaşadığını bir gölge, yani alternatif raporla ortaya koymaya çalıştık. Bunu yaparken de gösterge temelli bir izleme yöntemi benimsedik. İnsan hakları standartlarını ortaya döktük ve belli göstergeler ortaya çıkardık. Yaklaşık 25 uzmanın katıldığı odak grup çalışmaları yaptık. İlgili bakanlıklara sayısız bilgi edinme başvurusunda bulunduk. İstatistikleri derledik. Mor Çatı’ya başvuran çocuklu kadınların deneyimlerini esas aldık. İlgili strateji belgeleri ve hukuki metinleri derleyerek şu sorulara cevap bulmaya çalıştık: Çocuklar bu ülkede erkek şiddetinden nasıl etkileniyor? Yasalar çocukları erkek şiddeti karşısında acaba koruyor mu? Uygulamada ne gibi problemler var?

Bu verilerin tümünden ortaya çıkan şu oldu: Çocukların maruz kaldığı şiddet, anne karnında başlıyor. Gebe kadınların gerek sağlık hizmetlerine erişimlerinin kısıtlanması gerekse ağır fiziksel saldırıya maruz kalmaları, yetersiz beslenmeleri zaten gebelikle ilgili riskli durumları doğururken, aynı zamanda genetik sorunların tespit edilmesi, gebelik sürecinin olumsuz bir şekilde yürütülmesine neden olabiliyor. Çocuğun doğumuyla başlayan bu süreçte, çocukların çeşitli rollere girdiklerini anladık bu araştırmayla. Bu rollerin başında, maruz
bırakılan rolü geliyor. Çocuğun şiddet ortamında büyümesiyle, maruz bırakıldığı güç ilişkisi; çocuğun içine kapanmasına, duygularını ifade etmesinde güçlük yaşamasına, kaygı, öfke patlamalarına neden oluyor. Kısaca çocukluklara yakıştıramadığımız her şeyi çocuklar yaşıyor. Bunlar hepimizin bildiği şeyler ve üst üste söylenince çok can sıkıcı. Uyuyamama, ilişki kuramama, alt ıslatma, disosiyatif bozukluklar, intihar düşüncesi, dikkat eksikliği, saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok psikolojik etkiler gördük. Duyarsızlaşan çocukları da tespit etmiş olduk. Şiddet ortamında büyümenin getirdiği bir duyarsızlaşma, artık şiddetin normalleştirilmesi süreci.

Diğer bir sorun yoksun kalma kimliği. Anneler can güvenliklerini sağlamaya çalışırlarken, en temel ihtiyaçlara bile erişirken; çocuklar sağlık hakkından tutun da eğitim hakkına kadar zorluk çekiyorlar. Babalar zaten şiddet uyguluyor. Çocukların ihtiyaçlarını karşılamadıkları için babadan kaynaklı bir ihmal de söz konusu. Güvenli bağlanmaya yönelik çeşitli yoksunlukları da var çocukların. Çünkü anneden ayrı uyuyamama, emzirme süresinin çok uzun sürmesi gibi çocuğun bağımsız bir birey olarak büyümesine engel olabilecek şiddet etkilerini gördük. Şiddetin tekrarlanmaması için okullarının çok sık değiştirilmesi, adres değiştirmek durumunda kalmaları, hayatlarına yeniden başka yerlerde başlamak zorunda kalmalarıyla ilgili olarak gerçekten bir köksüzlük hali yaşıyorlar. Komşularından, akrabalarından, arkadaşlarından, evlerinden uzaklaşıyorlar. Böylece bağ kuramayan çocuklar ortaya çıkıyor.

Çocukların Sırdaş Rolü: Çocuklar anneleriyle, babalarıyla bazı sırları paylaşıyorlar. Bu, onlar için çok ciddi bir yük. Gerek annenin kendi güvenliğini sağlama sürecinde çocukla ilgili çok kritik kararları paylaşmak durumunda kalması gerekse babanın annenin yerini tespit etmek için çocuktan bilgi almaya çalışması, çocukları çok olumsuz duygulara maruz bırakıyor. Sırdaş olan çocuk, başka bir rolde de bakım veren çocuk. Çünkü şiddetin olduğu ortamda bazı rol karmaşaları yaşanabiliyor. Özellikle oğlan çocuklarının geleneksel toplumsal cinsiyet kalıplarına uygun olarak erkekliği üstlendiği, babanın yerini aldığı, anneyi, kardeşleri koruma sorumluluğu üstlendiği; kız çocuklarının da annelik rollerini üstlendiği, kardeşlerinin bakımı ve ev işlerinde sorumluluk aldıklarını tespit edebildik.

Bütün bu uzun süreçler, tahmin edebileceğiniz gibi taklit etme rolünü beraberinde getiriyor. Oğlan çocuklarının babanın davranışlarını taklit etmesi, kız çocuklarının annelerinin davranışlarını taklit etmesi, uzmanların sıklıkla karşılaştıkları durumlar olarak karşımıza çıktı. Sonuçta karşımızda kız çocuklarının annelerinin o şiddet öykülerini paylaştığı, evden kaçtığı, belki evlendiği, şiddet ortamına yeniden geri döndüğü; oğlan çocuklarının da o tanıklıkla kadınlara şiddet uyguladıklarıyla ilgili bir mirasçılık rolü ortaya çıkıyor. En sonunda kuşaklar arası aktarımla şiddetin normalleştirilmesi ile bu çocuklar mevcut şiddet düzeninin birer temsilcileri haline geliyorlar.

Bu karanlık tabloda devletin yükümlülükleri çok ama çok önemli. Bunlara baktığımızda, maalesef Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’nin denetlemeye, sormaya çalıştığı sorulara verilen çok kısıtlı cevaplar gördük. Bunları bilgi edinme başvurularıyla ve diğer çeşitli kendi izleme yöntemlerimizle kendimiz aşmaya çalıştık. Örneğin komite, koordinasyon konusuyla Türkiye’de kimin ilgilendiğini soruyor. Devlet diyor ki ‘Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü.’ Biz sığınaklardaki çocuklarla ilgili Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne soru yöneltiyoruz. Diyoruz ki “Hangi hizmetleri uyguluyorsun?” Onlar da bu soruları Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne yönlendiriyorlar; çünkü Sosyal Hizmet Merkezleri sığınaklarda çalışma yapmıyor. Kadının statüsünden gelen cevaplar çok genel. Çocuklarla ilgili sorulara yanıtlarının olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte bizim çalışmalarımıza katılan uzmanların en sık söyledikleri şuydu: Kadınlar ve çocuklar tekrarlayan başvurular yapıyorlar; çünkü hastanede yaptığı başvuruyu mahkemede, mahkemede yaptığı başvuruyu Sosyal Hizmet Merkezi’nde ya da sığınakta göremiyor kadın. Kurumlar arası bir koordinasyonsuzluk olduğu için ikinci kez travma yaratan bir süreci de yaşatmış oluyoruz bu eksiklikler nedeniyle.

Başka Bir Mesele Ulusal Eylem Planları: Komitenin Ulusal Eylem Planlarında çocuklarla ve şiddetle ilgili konulara önem verdiklerini görüyoruz. Türkiye’nin 2012-2017 yılları arasında hazırlamış olduğu bir Ulusal Çocuk Hakları Strateji Belgesi vardı. Üzerinden beş yıl geçti. O belge 2017 yılının sonuna kadar olan süreci kapsıyordu. Yenisi hazırlanmadı. Hazırladıklarını, yayımlayacaklarını söylediler ama o belgeyi ortaya çıkarmadılar. O belgede doğrudan çocuklarla, şiddetle ilgili bir hedef kesinlikle yok ama eğitimde her türlü şiddetin önlenmesiyle ilgili bir başlık var. Burada çok kritik bulduğumuz bir şeye değiniyor eylem planı. Çocuklara psikolojik destek sağlayabilmek ve çocukları tespit edebilmek için okul sosyal hizmet sisteminin kurulması lazım. Böyle bir sistemin olmadığını hepimiz biliyoruz.

Kadına yönelik şiddet eylem planında da çok genel geçer ifadeler var. Burada talebimiz; bu eylem planlarının net, ölçülebilir, denetlenebilir ve güncel hedeflerden oluşmasıdır. Her şeyin ötesinde, kadın hareketinin, çocuk hakları savunucularının deneyimlerinin dikkate alındığı bir sürecin yürütülmesi gerekir.

Kaynakların Dağıtımı, Bütçe Meselesi: Çocukların görünmez olduklarını en net kavrayabildiğimiz yerlerden biri burası oldu. Özellikle çocuğa yönelik şiddet ile ilgili bütçede hiçbir şey yok. Komitenin söylediği şu: ‘Sadece rakam verme, harcamaları ve nasıl etki ettiğini bana açıkla. Bu harcamalarını etkili kullanabiliyor musun? Ben bunu değerlendireyim.’ Türkiye bu konuyla ilgili bir açıklama yapmadığı halde, bunu biz de sorduk. Çocuklara yönelik hizmetlerin bütçesini istedik. Bize konuk evleriyle ilgili genel bütçeyi gönderdiler. ‘Her konuk evinde idare bununla ilgili gerekli harçlık taleplerini belirtiyor.’ gibi muğlak bir karar.

Veri Toplama: Türkiye’de bu alanda çalışanlar olarak hepimiz biliyoruz ki veri yok. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi diyor ki ‘Sadece veri istemiyorum, ayrıştırılmış veri istiyorum.’ Çocukların yaşı, cinsiyeti, köyde mi yaşıyorlar, kentte mi yaşıyorlar? Siyasi ve dini kimliklerine kadar oralarda yaşanan ayrımcılığı tespit etmek açısından bilgi istiyorlar. Asla analize uygun bir veri tabanımız yok.

Bilgi Yayma, Bilinç Artırma ve Eğitim: Komite bu konunun özellikle eğitim müfredatına eklenmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye de diyor ki ‘Ben 6284 Sayılı Kanunla ilgili eğitimleri 162 Sayılı Aile Mahkemesi hâkimine verdim.’ Bu kararı sadece Aile Mahkemesi hâkimleri almıyor. Her ilde Aile Mahkemesi yok. Genel mahkemeler de bu kararları verebiliyor. Polisinden tutun da doktoruna kadar herkesin böyle bir çalışma içinde olması lazım. Toplumsal cinsiyet eşitliği, çocuk hakları, çocukla iletişim ve travmaya duyarlı bir eğitimin alınması gerektiğini savunuyoruz.

Çocuğun tanımıyla ilgili kısa bir bilgi notu düşmekte yarar var. Komitenin en çok takıldığı şeylerden biri bu. Önerinin üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Türkiye’de çocuklar 16 yaşında hâkim kararıyla evlendirilebiliyor. İlginç bir istatistik paylaşmak istiyorum. 2020 yılında 10580 evlenme davası açılmış. Bu davaların sadece 543’ü reddedilmiş, %5. Böyle bir dava açtığınızda, %95 oranında bu dava kabul ediliyor. %30’u genel mahkemeler tarafından verilmiş kararlar. Hâkim bir çocuğu evlendirirken, neredeyse çocuktan başka herkesi dinliyor. Anne ve babayı dinliyor, çocukla ilgili hekim görüşü alıyor; fakat burada ne bir avukat ataması ne bir uzman görüşü zorunluluğu var çocuk için. En problemli alanlardan birisi bu. Medeni kanundaki bu yasa hükmünün acilen değiştirilmesi gerekiyor.

Hak temelli, çocuğun yüksek yararı için bazı noktaları paylaşmak istiyorum. Özellikle avukatlarla ve uzmanlarla yaptığımız odak grup görüşmelerinde, 6284 Sayılı Kanunun uygulanmasıyla ilgili çocuklar bakımından var olan bazı zorlukları tespit ettik. Çocuklarla ilgili kararların adeta mülkiyet ilişkisine indirgendiğini, çocuğun bir ev gibi, araba gibi: ‘Sende mi kalacak, bende mi kalacak?’ bakış açısıyla ele alındığını gördük. Aile Mahkemesi hâkiminin resen takdir yetkisi varken, bunu çocukların lehine kullanmadan, sadece anneye yönelik tedbirlerin alındığını, kararların doğrudan anne üzerinde bırakıldığını gördü. Çocuk Koruma Kanunuyla ilgili birtakım tedbirler var, bunların neredeyse adı bile hiç geçmiyor. Bunlar anılsa bile alt yapı yok, kanunlar uygulanmıyor. Bu kadar keyfi, herkesin kafasına göre hareket ettiği bir alanda, bu kararları veren hakimler, savcılar, bu alanda çalışan diğer insanlar açısından da caydırıcı, bu keyfiliği önleyebilecek bir mekanizma, bir alan yok. Herkes kafasına göre, istediği gibi bu kararları verebiliyor.

Uzaklaştırma ve gizlilik kararı açısından problemler var. Annenin yanında olmasına rağmen hem uzaklaştırmada hem de gizlilikte çocuğu kapsamayan kararlar var. Bir de buna kişisel ilişki kararları eklendiğinde, kendi gizliliğini, güvenliğini korumaya çalışan anneye kişisel ilişkiyle ilgili bir sorumluluk yüklendiğini görüyoruz. Bununla ilgili 2021 yılında medeni kanunda bir değişiklik oldu. Kişisel ilişkiyi engelleyen kişiye, velayetin değiştirilebileceğiyle ilgili bir ihtar yapılması ve bunun velayetin değişikliğiyle ilgili bir neden olabileceğine ilişkin düzenleme geldi. Yani anne kendi can güvenliğini korumaya çalışırken, eğer o kişisel ilişki kararı devam ediyorsa, genel kabul edilebilen duruma göre; anne çocuğu babaya göstermiyorsa, velayetin alınabileceği bir sürece giriyoruz. Burada velayet, belki de o şiddet uygulayan, annenin kendini korumaya çalıştığı babaya veriliyor. Yargı paketlerinden çıkan, hepimiz için korkunç bir durum oldu. Bununla beraber çok yanlış ve eksik bilgilendirme var. Kadınlara, çocuklar hakkında bu kararların alınabileceği söylenmiyor, aktarılmıyor. ‘Çocuğun için bunu alamazsın.’ denildiğinde, bu anne için vazgeçiren bir mesele haline gelebiliyor.

Çocukların kendiliğinden başvurması mümkün değil. Bu mekanizmalar karmaşık kuralları içeriyor. Çok katı; güven meselesinde, çocuğun polise güvenebilmesini beklemek çok mümkün değil. Zaten bu zamana kadar hiçbir şekilde destek göremediği bir mekanizmadan gidip bir destek talep etmesi mümkün değil. Burada sessizliğin hakim olduğu, çocuğun kendini var edemediği bir alan görüyoruz. Eğer bir cinsel istismar varsa, bu durum değişebiliyor. Cinsel istismarda, bildirim yükümlülüğünün, başvuru mekanizmalarının biraz daha hareketli hale geldiğini görebiliyoruz. Ne yazık ki çocuk sadece cinsel istismar mağduruyken sanki bu hak alanının bir öznesi oluyor.

Araştırmamızda, Sosyal Hizmet Merkezlerinin nitelikli olmadığını gördük. Çocuklara özgü hizmet yok. Sığınaklarda da çocuklara özgü hizmet yok. Bildiğimiz halde, karşılaştığımızda çok şaşırıp üzülüyoruz. ‘Sığınaklarda çocuklar için çalışma yapan kaç personeliniz var? Bunlara hangi meslek içi eğitimler, veriyorsunuz? Nerelerde görevliler?’ sorularına cevap vermediler. Fiziksel açıdan da sorunlar olduğunu gördük. Bir çocuğun açık alanda oynayamadığını, ders çalışacak sessiz bir yerinin olmadığını düşünmek, zaten ne kadar zorluk içerisinde olduklarını göstermek için yeterli. İlk kabul merkezlerinde problemler var.

Burada çocuk çok uzun süre kaldığında, çocuğun eğitim hakkından mahrum olduğunu, o tecrit sayılabilecek koşulların çocuklarda başka travmatik etkiler yarattığını söyleyebiliriz.

Komite bunlarla birlikte Türkiye’ye şunları söylüyor: ‘Şiddet iddiaları yoğun yaşanıyor. Bunları etkili ve hızlı bir biçimde yürütebiliyor musun, soruşturabiliyor musun?’

Adli istatistikleri incelediğimizde, sizleri rakamlara boğmadan ortalama rakamlardan söz edeceğim. Şiddet iddiasıyla ilgili bir soruşturmanın 150 gün ile 400 gün arasında, Asliye Ceza Mahkemesinde bir yargılamanın 300 güne yakın, Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamanın 300 güne yakın, Yargıtay Ceza genel Kuruluna kadar giderse mesele, 700 günlere çıkan, bunların toplamı 5-6 seneye kadar gelebilen çok uzun bir süreç var. Çocuğun yüksek yararı, zaman algısının çocuğa uygun olmasını gerektirir. Yetişkinlere göre değil; çünkü bizim bir senemizle çocukların bir senesi aynı değil. Burada tamamen çocuğun yüksek yararına aykırı bir durum görüyoruz.

Görüşme yaptığımız uzmanlar ve avukatlar; adli duruşma odaları, Çocuk İzlem Merkezi gibi şiddetle ilgili ifade alma alanlarında da keyfiliğin çok kullanıldığını söylediler. Bir mahkeme rahatlıkla kendiliğinden buna karar veriyorken, diğer mahkemenin ya da savcının asla ikna olmadığını ve bununla ilgili hiçbir değerlendirme yapmadan ret kararı verebildiklerini ifade ettiler.

Yaşama, Hayatta Kalma ve Gelişme Hakkı: Özellikle uzlaştırma konusunda, son pakette boşanmış eşe karşı olan birkaç yasa maddesinde de uzlaştırma kapsam dışı bırakıldı ama tek tek kişilerin huzur ve sükûnu bozma, hakaret gibi konular hala uzlaştırma kapsamında. Bu madde, kadınları ciddi anlamda yaşadıkları uzlaştırma baskısı altında bırakıyor. Uzlaştırdılar, yargı sürecine girildi. Acaba etkili bir cezalandırma süreci var mı? İstatistikler yine garip şeyler söylüyor. Aile düzenine karşı işlenen suçlara bakıyoruz. %29 mahkumiyet oranı. Diğer suçlarla karşılaştırdığımızda çok düşük. Beraat ve erteleme oranları çok yüksek. Soruşturmalarda, vücut dokunulmazlığına ilişkin suçların %57’sinde, cinsel suçların %47’sinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş. Cinsel suçların %50’sinde savcılar diyor ki ‘Ben dava açmaya değer bulmuyorum.’ Sadece %34’ünde dava açıyorlar. Anayasa Mahkemesinin önüne giden bu konuyla ilgili kararlarda da ihlal nedeni kötü muamele yasağının usulen izlenmesi. Ne demek bu? ‘Etkili soruşturma yapmadın, verileri toplamadın, hızlı hareket etmedin, özenle bir yargılama yapmadın. Bu yetersizlik, bu insanlara kötü muameledir.’ diyor usulü boyutuyla.

Türkiye’de sığınaklarımız çok az. Çocuğun görüşlerine saygı hakkı konusunda, çocuklar yaşa uygun bilgiye erişemiyor. Çocuk ilk kabul merkezine, sığınağa, bir Sosyal Hizmet Merkezine, adliyeye gittiğinde, ona yaşına uygun, bu süreçle ilgili anlayabileceği ve görüşlerini ifade edebileceği bir alan tanınmıyor. Çocuğa özgülenmiş, çocuğun kendiliğinden başvurabileceği bir destek ve ihbar mekanizması yok. Çocuğun avukatlarla yasal temsili konusunda çok sınırlı bir alanımız var. Çocukların görüşlerinin yansıtılması konusu problemli.

Velayet ve nafaka, erkekler tarafından bir anlaşma pazarlığı haline getiriliyor. ‘Nafaka istiyorsan, velayeti vermem; velayet istiyorsan, nafaka vermem. Velayet istiyorsan, bak senin neler yaptığını anlatırım, iffetsiz yaşam sürüyorsun.’ Nafaka talebinde, sanki bir onursuzlukmuş, sanki eli ayağı tutmuyormuş da bunu talep ediyormuş gibi bir algıyla hareket edildiğini görüyoruz. Bu şekilde basına da yansımıştı. Oysa araştırmalardan da çoğunun iştirak nafakası olduğunu biliyoruz. Diğeri de zaten bunu değiştirmez. Bu durumda nafakayla ilgili, ‘Acaba sosyal destek kimin görevi?’ sorusu kafaya takılıyor. Bir çocuğun nafakayla ilgili sürecinde, annenin illa icra takibiyle babanın peşine mi düşmesi gerekiyor? Bu sistemi değiştiremez miyiz? Çocuk teslimiyle ilgili bir değişiklik yaptılar. Artık icra kanalıyla değil de Adli Destek Birimleri tarafından teslim yapılacak. Bu merkezin ciddi bir iş yükü probleminin olduğunu, bu alanda uzman olmadıklarını, bu alanların kadınlar için bir güvenlik tehdidi olabileceğini, gizliliklerini ihlal edebileceğini, yeni bir şiddet ortamı yaratabileceğini ifade edelim. Kanunla kişisel ilişkiyi sağlamayan kişiye bir disiplin hapsi tehdidi getirildiğinde, yol masraflarını dahi teslim etmek durumunda olan annelere yüklendiğini görüyoruz. Kanunda bir-iki kelimeyle geçirmişler; çocuğun görüşüne dikkat edileceğini, uzmanın görüşme yapabileceğini. “Çocuk görüşmek istemiyorsa ne olacak?” sorusunun cevabı yok. Bununla ilgili daha sonra karar çıkabilir ve uzmanın orada bulunması kanun gereği olur. Bu kanun maddesini uygulamak zorundasınız. Bu kişi gerekirse zor kullanarak çocukla görüştürülecektir.

Bu raporda devlete sunduğumuz verilerde, yapılabilecekler konusunda çok sayıda tavsiye ve öneri, yapılacaklar listesi var. Sığınaklarda 12 yaş üstü çocukların kalamamasıyla ilgili yönetmelikteki değişiklikten tutun da bundan sonra stratejik plana nelerin girmesinin etkili olabileceğine kadar adım adım sunduğumuz bir belge var. Raporu ilgi duyanların okuması, bizi çok mutlu eder. Komite sorduğu sorularda, hazırladığımız rapordaki başlıkları temel alarak ‘Bu konularda ne yapıyorsun, bize yanıt ver!’ dediklerinde mutluluk duyduk.

Bu raporu yazarken, arkadaşlarımızla dertleşirken, kafamda ‘Çocuğun Adı Yok’ başlığı vardı. Kadının adı yoktu, sonra var oldu. 25 yıldır bu direniş ve mücadele, büyük bir direnme ve coşkuyla devam ediyor. Umarım bu kadın dayanışmasının şifalandırıcı ve özgürleştirici etkisi bir gün çocuklara da yansır.

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.