selvetbayraktarr@hotmail.com
Uzun, gür, kahverengi saçları, mavi kazağıyla, elleri klavyenin üzerinde çalışıyor.
Kalabalık bir protesto veya yürüyüşte, ellerinde pankartlar taşıyan insanlar var. Önde, beyaz bir pankart üzerinde mor renkle yazılmış "Dik duran kadınlara hepinizi alıştıracağız" yazısı bulunuyor. Pankartın altında kadın sembolü yer alıyor. Arkada, üzerinde "Aile değil kadınız" yazılı başka bir mor pankart daha var. Çevrede başka pankartlar ve kalabalık gözüküyor. Ortamda genel olarak mor ve beyaz renkler hâkim.
YAZAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT

1857 yılında, 8 martta, 129 işçi kadının daha yüksek maaş ve daha iyi çalışma koşulları için hak arayışları sonucunda kilitli kaldıkları New York’taki bir tekstil fabrikasında çıkan yangında canlarını yanarak ya da boğularak kaybetmesi ve kadınların mücadelesi getirdi bizleri bu Sekiz Martlara. Dünyada ses getiren bu katliamın ardından yıllar sonra takvimler 26-27 Ağustos 1910’u gösterdiğinde, Danimarka’nın Kopenhag kentinde, 2’nci Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg bir öneri sundu. 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi bu toplantıda oybirliğiyle kabul edildi. İlk başlarda tarihi kesinleşmediği için ilkbaharda yapılan anma, ardından 8 Mart bilinciyle dalga-dalga tüm dünyaya hızla yayılmaya başladı.

Tarihin 8 Mart olarak saptanışı ise 1917 Ekim Devrimi’nin önderi ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu Lenin’in dönemine uzanıyor. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Dünya Kadınlar Günü’nün Türkiye’de ilk kez kutlanması da bu tarihlerde gerçekleşti. Moskova’da gerçekleşen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın tarihi kesinleşirken adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında sosyalizmin yayılmasından çekinen bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen çeşitli gösterilerde anılmaya başlanmasıyla batı ülkelerinde daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.

2010 yılına kadar ülkemizde kadın hareketinin verdiği mücadele sonucu pek çok ime kazandı kadının insan hakları. 2001 yılının sonunda, 2002 yılını kapsayacak şekilde o tarihten sonra hiçbir sözleşme yapmadan evlenen ya da mal mülk edinen çiftlerde edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanmaya başladı. Önce 4320 sonra genişletilen 6284 Sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun’ 2012 yılında kabul edildi. Uygulamada pek çok sorun olsa da kadınların çoğu artık şiddet türlerini biliyor ve haklarını nasıl kullanacağı konusunda hayatına geçirecek pek çok kazanım elde ediyor. TCK yasasında, evlilik içi tecavüzün suç sayılması gibi pek çok kazanım yine kadın örgütlerinin mücadelesi ve

dayanışması sonucu gerçekleşti. En son 11 Mayıs 2011 yılında, ev içi şiddetin önlenmesini içeren İstanbul Sözleşmesini İstanbul’da imzaladık. 2012 yılında da onaylamıştık.

Bu tablo hep böyle kalsaydı ve geri gidişler olmasaydı çok güzeldi kadınlar için. Kadınlar fikir üretiyor, araştırıyor, görüşmeler yapıyor ve devlet de ikna olarak onaylıyordu. Yoğun bir çabanın sonucu şekel yemek gibi bir lezzetti bu. 2011 yılından sonra yediğimiz şekerlerin acı yanlarını görmeye başladık. Kadınların giyim kuşamlarına, kaç çocuk yapacaklarına, gebeyken sokağa çıkmalarına, kahkahayla gülmelerine karıştılar. Sözünün geçeceğine inanan herkes fetva vermeyi görev edindi. Kadın cinayetleri giderek arttı. Kadınları öldürenler, tahrik indirimleri almaya başladılar. Takım elbiselerin süsü kravat, cinayet işleyenleri efendi konumuna getirdi. Sanıkların çoğu kravat takarak saygılı davranışlarını hâkim karşısında gösterdiler ve az ceza aldılar. Hâkimin taktir yetkisi, yargı duvarının içinde saklandı. İş bulması zor olan kadınlar ve çocuklarına bakmakta zorlandıkları için eşlerden ve çocukların babasından nafaka alıyorlardı. Nafaka konusu da incelemeye alınarak kadınların korkulu rüyası oldu.

20 Mart 2021 yılında İstanbul Sözleşmesinden çıktık. Hem de gece tek kişinin verdiği ani bir kararla. Nasıl olsa 6284 Sayılı Kadına Karşı Şiddet Yasası vardı, İstanbul Sözleşmesine gerek yoktu onlara göre. Daha sonra da 6284 sayılı yasaya da göz dikildi. Kadınları öldürme şekilleri giderek farklılık gösterdi. Şüpheli ölümler bunlardan biri oldu.

Son yılların Sekiz Mart etkinliklerinde, kadınlara çiçek almak, onları eğlendirmek adet haline geldi. Bilinçlenmekten uzak bir dünya yaratmak istiyorlar. Sekiz Mart eylemlerinde, zaten az sokağa çıkan kadınlara barikatlar kuruluyor, sorunlarını, taleplerini dile getirmeleri engellenmek isteniyor. Kadın, elinde çiçeği, kucağında çocuğu, şık giyimiyle var olsun yeter de artar onlara göre.

Kadınlar sadece kendi yaşadıkları eşitsizliğe ve hak ihlallerine mi karşı çıkmalılar? Tabii ki hayır. Bir toplumda gençler mutsuzsa, taleplerini dile getirmek için sokağa çıktıklarında, şiddete maruz bırakılıyorsa, özgür irademizle verdiğimiz oylarla seçilen belediye başkanları, sırf bizden değiller diye kayyumla yönetiliyor, göz altına alınıyor ve tutuklanıyorsa, biz kadınlar nasıl sorumluluk duymayalım. İstanbul ilçe belediyelerinden başlayan baskılar, Büyükşehir Belediye başkanına kadar geldi. Kadınların toplumsal yaşama katılmasını artırmak için onları evden çıkmaya teşvik edecek kreşler açan, annelere ücretsiz ulaşım hakkı sağlayarak yükümlülüklerini yerine getiren, yoksulluğa bir nebze çözüm olsun diye askıda gıda kampanyasını başlatan, insanlar ucuz yemek yesinler diye Kent Lokantaları açan belediyeler yolsuzlukla, terörle suçlanıyor.

19 martta, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı ve 22 Mart pazar günü sabah da tutuklandı. Belediye başkanının seçme seçilme hakkı var, Cumhur Başkanı adayı olabilir. Sırf kendilerinden daha güçlü, taktir toplayan hizmetler veriyor diye

büyük bir haksızlığa maruz kalıyor. 35 yıl önceki diploması iptal ediliyor ki Cumhur Başkanı adayı olamasın diye. Sonra da bağımsız yargıdan söz ediyorlar. Hukukun geriye işlediği nerede görülmüş?

Bu haksız uygulamalar karşısında tepki gösteren halk da cezalandırılıyor. Başörtü taktığı için yüceltilen kadınlar, gözaltı sırasında çıplak aranıyor. Bu yıl sözüm ona kutsallaştırılan aile yılı. Ana babalar çocuklarını karakolların ve ceza evlerinin önünde bekliyor. Gençler, kadınlar, gazeteciler, avukatlar tehdit ediliyor. Kadın örgütlerinin internet hesaplarına erişim engeli getiriliyor. Muhalif televizyon kanallarına büyük para cezaları veriliyor, on gün süren karartma uygulanıyor.

Gençlerden ve kadınlardan bu kadar korkmanın nedeni çok açık. Ya bizim otoritemizi sarsarlarsa? Dürüst olan, halkın refah düzeyini yükseltecek hizmetler veren, düşüncelerini hiç korkmadan, biat etmeden dile getiren insanlar suçlu bu ülkede.

İftira atmak da çok kolaylaştı. İnsanları tehdit et, susturacak şeyler yap, gizli, yalancı tanık olsunlar, tutuklayıp ceza verelim olsun bitsin.

İşi hiç tahmin edemeyeceğimiz yerlere götürüyorlar. Kadınlar boşanmak istediklerinde, eşler, anneyi çocuğunu görememekle tehdit eder genellikle. Şimdi de mahkûm kadınlar, İmamoğlu’na karşı gizli tanık olmazlarsa, çocuklarını bir daha görememekle tehdit ediliyor.

Biliyoruz ki bu işler o kadar kolay olmayacak. Ama susarsak, özgürlüğümüz elimizden alınacak. Bu nedenle vatandaş olarak elimizden geleni yapmak zorundayız. Sokaklarda seslerini duyuran kadınların sloganlarını, şimdilerde kadın-erkek çoğu insan atıyor eylemlerde. ‘Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’

Haftalarca kadınların etkinlikleriyle süren Sekiz Mart, bu yıl özgürlüklerimizin, haklarımızın elimizden alınmasıyla tutsak edilmeye çalışılıyor.

Son olarak Arif DAMAR’IN şiirinden dizelerle seslenmek istiyorum sizlere.

Gözlerini ölüm bürüdü onların

Korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.

Günden güne daha cana yakın

Günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye

Her gün daha sağlam

Daha usta

Daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü

Eskisinden dar geliyor onlara

Eskisinden düşman.


Ne günün ilk ışığı

Ne balık sürülerinin ışıldaması suda

Ne güneşe uzanan dal

Ferahlık vermiyor içlerine.


Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu

Korkulu rüyalarla uyanarak uykularından

Korkunç kararlar verdiler.


Karşı koymazsak eğer

Tehlikededir günlük ekmeğimiz

Bacamızın tütmesi tehlikededir

Evimiz, aşkımız, çocuğumuz

Pencerede saksı

Kitap sevgisi, insan sevgisi

Tehlikededir.

Ne kadar baskı yapılırsa yapılsın, kararlı olan, mücadele eden insanlar, karanlığı yırtmak için mutlaka ışıklı bir yol bulacaklardır.

28 Mart 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.