Şule: Sevgili izleyicilerimiz, ‘Arı Kovanı Köşe’mizin bu ayki konuğu Gizem Alakaya. Kendisi çok yönlü bir arkadaşımız. Önce Gizem Alakaya’yı nasıl tanıdık, nasıl tanıştık ondan kısaca söz edelim. Biliyorsunuz, her ‘Arı Kovanının bir hikâyesi var, bir tanışma hikâyesi. Gizem'i ben bir eğitimde tanımıştım; Reaper eğitimi veriyordu ve bir kadının bilgisayar eğitimi vermesi, bu tür teknik bilgiye vakıf olması gerçekten bizim dergimiz ve kadınlar açısından da son derece umut vericiydi. Daha sonra Gizem'in başka yönlerini de tanıdıkça keşfettik tabii. Örneğin müzisyenliği. Bildiğim kadarıyla besteleri de var. Kendisi aynı zamanda anne, çalışan,bilgisayar eğitmeni, başka konularda da eğitimler veriyor. Ben çok ayrıntılı anlatamıyorum. Önce kısaca kendisini tanıtmasını rica edelim: Hoş geldin Gizem.
Gizem: Hoş buldum. Merhaba. İsmim Gizem, kendimi tanıtmayla ilgili bir başlangıç yapılması gerektiği zaman acaba neyi, hangi sırada söylemeliyim? Neyin çok detay olduğunu düşünmeliyim gibi şeyler takılır aklıma. Aklıma geldiği kadarıyla kendimi tanıtıp sohbetin kalanında ilerletirizinşallah. 31 yaşındayım. İstanbul Üniversitesi İngilizce iktisat mezunuyum.
Şule: aynı zamanda bir çocuğun var, sanıyorum. Kaç yaşında, ismi ne?
Gizem: 6 yaşında bir kızım var. İsmi Hayal. Şu anda anaokuluna gidiyor. Önümüzdeki sene birinci sınıfa başlayacak. 3 buçuk yıldır bekâr anne olarak hayatıma devam ediyorum. Annem, kızım, ben ve şu anda hatta anneannemle beraber 4 kuşak şeklinde bir hayatımız var. Bu şekilde yaşıyorum. Bir sene lise dönemindeyken Amerika'da kaldım. Ayrıca ortaokul ve lise dönemlerinde İstanbul BİLSEM’deeğitim aldım. Burası üstün yetenekli insanların sınavla alındığı ve eğitim gördüğü bir yer. Benim zamanımda çok daha yeniydi. Şimdi çok daha yaygınlaştı. Şu anda bir kamu kurumunda maalesef santral görevlisi olarak çalışıyorum.
Şule: Gerçekten maalesef bu kadar üstün yetenekli çocukların gittiği bir okula devam eden birinin santral memurluğu yapması…? Tabii ki santral memurluğu önemli bir meslek ama farklı yetenekleri olan bir kadının da başka yerlerde değerlendirilmesi gerekir. Sen kendini zaten farklı alanlarda değerlendiriyorsun. Ama istersen önce şöyle biraz küçük Gizem’e gidelim, bir yolculuk yapalım. Nerede doğdun,görme engelin nasıl oldu, kardeşlerinde görme engelli olan var mı? Biraz onları anlat bize.
Gizem: Tek çocuğum. Kardeşim olsaydı bunu o zaman söyleyebilirdik. Anne karnında beyinden göze giden sinirler oluşmadığı için doğuştan itibaren %100 görme engelliyim. Işık algım yok. Ailede başka kör yok.
Şule: Körler okuluna gittin mi?
Gizem: Birinci sınıftan itibaren kaynaştırma eğitimiyle başladım. Körler okuluna gitmedim. Sadece ikinci sınıftayken abaküs öğrenmek için bir aylığına Türkan Sabancı’ya devam ettim. Onun dışında kaynaştırmada okudum.
Şule: Kaynaştırma okumak, hiç görmeyen bir çocuk için zor oldu mu acaba?
Gizem: Ben sanırım hiç görmeyen bir çocuk olarak kaynaştırmada birinci sınıftan itibaren başlayan ilk kişiyim. İlk olduğun zaman her zaman belli deneme yanılma vardır ama benim sınıf öğretmenim çok naif, her zaman benim uyumlu bir şeyler yapmam için elinden gelen çabayı gösteren bir kadındı. Annem bana, okula başlamadan önce kırtasiyelerde satılan plastik harflerle mürekkep yazıdaki harflerin şekillerini öğretmişti ve 6 yaşındayken okuma yazmayı Hale Bacakoğlu’ndan öğrendim. Sınıftayken bir yandan Brailleokumayı öğrenmeye çalışırken, arkadaşlarımla birlikte vakit geçirmek için de onların aldıkları harflerle o plastik harflerimle yazılar yazardım. Bu şekilde başladı. Yıllar ilerledikçe sayısal derslerde iyi olduğumu fark etmekle birlikte bazı öğretmenlerin çok güzel ilgilenmesi, bazı öğretmenlerin de sırf şekilli diye bazı şeylerden muaf tutması gibi uygulamalarla karşılaştım. “Bundan artık muaf olmamalıyım”noktasına lisede Amerika'ya gittiğimde geldim. Türkiye'de en azından benim dönemim için söyleyeyim. Öğrencilerin bir şeyleri yapamayacağı; ‘görmüyorsa şekilleri yapamaz,işitmiyorsa sesle ilgili bir şey yapamaz, bir fikir sahibi olamaz’ gibi katı fikirler vardı. Ama ben Amerika'ya gittiğimde ‘eğer bunu gözüyle yapamazsa başka şekilde nasıl yapar?’ gibi başka bir mantıkla karşılaştım ve oradan döndükten sonra aslında geometrinin de benim için bir anlam ifade edebileceğini öğrenip (tabii o zamanki şartlarda diyeyim), üniversiteye hazırlanırken arta kalan zamanlarımdaki geometri öğretmenimle bulduğum fırsatlarda,ufak tefek o şeylere de bakmıştım ki sonra üniversiteye gittiğimde İngilizce iktisat okurken bir sürü grafikler vardı. Bu grafikleri kabartma ruletler vardır bilirsiniz. Ruletle veya piafmakinasıyla çıkarttırarak grafiklerden muaf olmamayı seçtim. Bu şekilde hayatımı devam ettirdim.
Şule: Anladığım kadarıyla öğretmenlerin ve annen destekçindi ama Amerika öncesinde üstün zekâlı çocukların gittiği okulla ilgili biraz bilgi almak isterim. Bu nasıl oldu? Buna ön ayak olan birileri olmuştur. Orada sanıyorum gene gören çocuklarla birlikteydin. Biraz o süreci anlatabilir misin?
Gizem: Ben zaten 4 yaşındayken ‘kaynaştırma eğitimine gidebilmem için bir ‘RAM Raporu’ çıkartılmıştı. Annemlerin söylediğine göre o dönemde 4 yaşındayken 7 buçuk yaş çıkmış zekâm. Tabii bunu övünülecek bir şey olarak söylemiyorum. Ben çocukken bu bir ‘üstünlüktür’ gibi bir algıya kapılarak anlatılmıştı ve bu nedenle belli noktalarda tembelliğe de sebebiyet vermiş olabilir kendi adıma. Ama bunu biraz şöyle düşünmek lazım: Herkesin 2 kolu varken senin üstün yetenek olarak adlandırılan üçüncü bir kolun vardır. Ve bir mağazaya gittiğin zaman kendine uygun kıyafet bulamama durumuyla karşı karşıyasındır. Dolayısıyla beni yedinci sınıfa gitmem için altıncı sınıfta bir sınava soktular. Herhangi bir hazırlık yapmadım. Önce bir yazılı sınav vardı. Bir okuyucu ve işaretleyiciyle birlikte girdim. Ondan sonra da klasik zekâ testlerinden uygulandı ve müzik sınavına girdim. Ben hem müzikten hem de zekâdan dolayı BİLSEM’e girdim. Bu şekilde oldu ve orada da bazı materyallerin benim için erişilebilir hale gelmesiyle ilgili çaba içine girdik ve orada hem matematik hem de müzik öğretmenlerimle özellikle ilerlettiğimiz noktalarda piyano dersleri, matematikle ilgili zekâ oyunları, başka bir sürü etkinlikler yaptık. Orada özellikle müzik korolarında ve matematik zekâ oyunları konusunda çok büyük bir ilgim olduğunu fark ettim. Bugün hala zekâ oyunları oynarım. Evimde böyle bir sürü oyunlar vardır. Bu şekilde ilerledik. Lise sona kadar burada devam ettim.
Şule: Amerika'ya gitme sürecin nasıl oldu?
Gizem: Amerika'ya gitmek için ‘yes’ diye bir program vardı. Bu İkiz Kulelerin patlamasından sonra yapılmış bir program. ‘AFS' tüm dünya ülkelerinden, tüm dünya ülkelerine öğrenci taşıyan öğrenci değişimi yapan bir programken ‘AFS’nin Bir alt kolu olarak. 2.011 yılından itibaren başlamış, Amerika'daki islamofobyayı yenmek üzere yapılmış bir burslu programdı. Buraya da giden ilk görme engelliyim. Benden sonra giden çok fazla arkadaşım oldu. Orada da yine sınavlara girdim. Sonra İngilizce kurslarına gittim. Oraya gitmek için dosyalar, belgeler hazırlandı. Çok değişik bir süreçti:Yazıyorsun, çeviriyorsun. Ailede ne istediğini, ne istemediğini ya da hangi şartlarda olup, hangi şartlarının senin için ne olacağını yazıyorsun. Belgeler toparlandı, bir sürü koşuşturma… Bunun sonunda oraya gittim.
Şule: “Orada çeşitli kurslar aldım” dedin.
Gizem: Orada bir sene lise öğrenimi gördüm diğer öğrencilerle birlikte.
Şule: Sonra üniversitede istediğin bölümü mü seçtin?
Gizem: Aslında şöyle bir hikâyem var benim. Liseye başlayacağım yıldan almak istiyorum. O dönemlerde,ortaokulda dönem aralarında konservatuvarlardan öğretmenler gelip kurslar verirlerdi. Bir tane özel konservatuvarın sınavınagirdim ve 50 kişinin içinden dokuzuncu olarak seçildim. Odönemde körlerin konservatuvara girmesi ile ilgili çok büyük sıkıntılar olmasına rağmen benim %100 burslu olarak oraya gelmemi çok istediler. Ama ‘şarkıcı mı olacaksın, ne yapacaksın?’ gibi bir kaygıyla ailem izin vermedi. Liseyi İstanbul Kadıköy Lisesi’nde okudum. Üniversiteye giderken de tabii o dönemde yaygın; o an iktisat, işletme, hukuk, psikoloji... Bu tarz şeyler söylenirken, ‘hukuk mu, iktisat mı, psikoloji mi…? İktisat daha sayısaldır. Sayısal bölüm benim ilgimi çeker’ diyerek gittim. Bugünkü aklım olsaydı belki iktisatı seçmezdim. Bir yere gelmem amaçlandı. ‘Bir adam olsun’ derler ya! genel aile kanıları. Evet, bölümü birkaç bölüm arasından kendim seçtim. Ve yeteneklerimdoğrultusunda olmasına gayret ettim ama bana kalsaydı bence ben konservatuar öğrencisiydim.
Şule: Seninki aslında bir zorunlu seçmeli gibi bir şey olmuş. Ailen müdahale etmeseymiş çok daha iyi olurmuş.
Gizem: Aynen öyle oldu.
Şule: İngilizce iktisat okuduktan sonra kendi mesleğinde bir iş arama girişimin oldu mu?
Gizem: Tabi, ben 2015 Haziran’ında mezun olduğumda birçok özel sektöre başvurdum. Bazı yerler körlükten kaynaklı, bazı yerler tesettürden kaynaklı almadı. Ya da ‘sen gel bankamatik çalışanı ol’ gibi teklifler vardı ve bunları direkt reddettim. Bir denetim firması, “Seni, eğer başınıaçarsan alırız” şeklinde bir talepte bulundu. Bana iyi de bir teklifte bulunacak gibilerdi ama bunu da ben istemedim. Çünkü duruşum veya olduğum gibi kabul görmem benim için çok önemli. Ondan sonra 2016’nın Yaz aylarında EKPSS'yegirmeye biraz mecbur kaldım artık. Çünkü çalışmam gerekiyordu. Vergi dairesini de yine birinci tercih olarakişaretledim. Çünkü dedim ki, ‘ben iktisat mezunuyum. Buraya girersem mutlaka alanımla ilgili bir şeyler yaparım’ ama maalesef burada santralde kaldım. Şu anki durumum bu.
Şule: Peki bundan sonra farklı bir alanda çalıştırma ihtimalleri olamaz mı acaba?
Gizem: Bu konuda çabalıyoruz, görüşmeler yapıyoruz yetkililerle bir şekilde ama bilmiyorum zaman gösterecek. Bende kendi adıma zaten artık müzik veya bilgisayar üzerindeyim. Daha böyle keyifli, zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağım bir arayış içindeyim.
Şule: O da olur umarım ama burada da tabii ki bu kadar uzun yıllar çalışacağın için senin yeteneklerini değerlendirme olsa çok daha iyi olur. Bu kadar yetenek en azından heba olmaz. Peki, baston kullanma meselesi nasıl sende acaba? Beyaz baston kullanıyor musun?
Gizem: Bağımsız hareketim iyi. Baston da kullanıyorum. Navigasyon uygulamaları da kullanıyorum. Yani yön algım çok iyi olmamakla birlikte, bir yere beş defa da gitsem yeri geldiğinde hatırlayamamakla birlikte, altıncıya bir şekilde gidip o yolu bulmak için dışarı çıkacak potansiyelde olduğumu söyleyebilirim.
Şule: Nasıl öğrendin Bastonu?
Gizem: Parıltı Derneği’nde öğrendim. Parıltı kurucu üyelerinden benim annem. Orası da zaten 7-8 aileyle birlikte kurulmuş bir kurum. Daha sonra rehabilitasyon merkezine dönüştü. Oranın hem kuruluşunda hem de ilk öğrencilerinden biri olarak yer aldım.
Şule: Kaç yaşındaydın?
Gizem: Sanırım, lise sonda Amerika'dan döndükten sonra başladım.
Şule: Daha sonra da bağımsız hareket etmene sanıyorum annenler daha çok destek oldular ki geliştirdin. Çünkü öğrenmekle kullanmak biliyorsun çok farklı.
Gizem: Şöyle bir anı anlatayım; annem hem destek olurdu hem de çok merak ederdi. Lise sondayken evden çıkıp dershaneye gitmem tam 19 dakika sürüyordu. Her seferinde eğer bir aksaklık yoksa karşıdan karşıya geçmeyi de dâhiletsem maksimum 19 dakika sürüyordu. Nereden ben bunu anneme söyledim. Evden çıktığımda haber veriyorum.Örneğin, saat ikide çıktım ikiyi 19 geçe telefonum çalar,“Gizem gittin mi?” Ben telefona cevap verirken birileri bana selam verse de kaçardı. İlk dönemde kimsenin bana selam veremediği, kapıdan girer girmez, “Çıktın mı, gittin mi, rahat ettin mi, bir şey oldu mu?” gibi sorulara maruz kalmaktan ilk etapta kapıdan içeri girdiğim anı yaşayamadığımıHatırlıyorum. Sonra sonra hafifledi. Tabii her ailenin böyle kaygısı normal bir kaygıydı ama genç arkadaşlara ya da bağımsız hareketini yeni kazanan arkadaşlara söylüyorum; bu kadar net ‘şuna, şuraya şu kadar dakikada gidiyorum’diyorsanız 19 değil de arkadaş, 25 dakika deyin de gittiğiniz zaman, insanlar sizi merak etmeden önce soluklanmaya, dinlenmeye zamanınız olsun.
Şule: Evet, annelerin kaygılarını anlatan çok tatlı bir öykü aslında seninki ama ne kadar kabullenirlerse kabullensinler benim gözlemim ne yazık ki ailelerin kaygıları hiçbir zaman bitmiyor. Bizim o alanda hep mücadele etmemiz gerekiyor.
Gizem: Tabi her zaman bu var.
Şule: Kendinde bu müzik yeteneğini, ilgini nasıl fark ettin? Küçükken o piyano derslerini almadan önce bunun da bir hikâyesi var mı? Önce biraz müzikten söz edelim.
Gizem: Çok küçükken şarkılara ezberlemeye başlardım zaten. En küçük dayımın ve evdeki herkesin bir şekilde müzik açmasıyla müzikle büyüdüm. Dedem Türk sanat Müziği aşığıydı. Sürekli evde onun sayesinde dinlenen bir Türk sanat müziği vardı. Dayımdan kaynaklı da bir ‘Kral TV’ vardı.Tarzlar çok farklıydı ama sürekli evde müzik dinleyerek yaşıyordum. Herkes çizgi film izlerken ne yapılsın! Annem bana çocuk masal, şarkı kasetleri alıyordu. Teyplerden baştan sona her gün ya kaset ya müzik, mutlaka evde bir ses bir müzik duyuluyordu. Şarkıları çok kolay ezberlediğimisöylüyorlardı bana ve bir şarkıyı baştan sona hatasız söyleyene kadar 50 defa tekrar edecekmişim. Hala da mesela bir kayıt yaparken çok mükemmeli arayıp küçücük bir şarkının da kaydını yapmak için belki 100 farklı dosya ortaya çıkarttığım oluyor. 4 buçuk yaşındayken Mehmet Çelenk’in ‘Yılmayanlar’ programına annem ve anneannemle birlikte konuk olduk. Orada mesela La Fonten’in masallarını anlatmışım. Daha o zamanlara dayanıyor. Reyhan Karaca'nın ‘Sevdik Sevdalandık’ şarkısını takmışım, bir ara onu söylüyormuşum. Bu şekilde başladı. Ondan sonra, ilkokula geldiğimizde bir öğretmenim vardı. Hiç gülmeyen, kimseyle gülümseyerek değil de disiplinle iletişim kuran, o zamanın çok değerli öğretmenlerinden bir tanesiydi. Blok flüt çalınır derslerde ve ders dışında blog flüt çalmak yasaktı çünkü herkes eline flütü alır, bangır bangır onu bağırttırırdı. Bir kere Tarkan’ın ‘Kuzu Kuzu’ şarkısını flütle evde çıkarttım, okula geldim. Arkadaşlarıma çalacağım. Yasaksa yasak arkadaş, ben çalacağım. Çalarken herkes sustu, pürdikkat dinlerken kapıdan içeri hoca girdi. Hocaların bile susturamadığı sınıfta o flütle bütün herkesin sustuğu bir ortam düşünün. ‘Kızacak mı, ne yapacak?’ ‘Dur!’ dedi. ‘La si, la si… “Oradan si’ye geçmenin sana başka bir yolunu göstereyim” diyerek kadın bana bir ufukaçtı. Öyle bir blok flüt ve müzik derken ortaokulda ve BİLSEM’de gittiğim korolarda bunu devam ettirdim.Üniversite ve evlilik sürecinde müziğe ara verdim. Yaptığım besteler rafa kalktı. Öyle süreçlerden geçtim. Kerim ve Selim Altınok’un ‘40. Sanat yılı’ etkinliklerini izlerken dedim ki onların bir sonraki etkinliklerinde ben de yer alacağım. Ben de müziğe dönmek istiyorum. Müziğe dönmeye karar verdikten sonraki Kasım ayında ‘Koro Odeon’ kuruldu. Kerim ağabeylerinde beni buraya davet etmesi üzerine tekrar müzik;şarkı söyleme hayatım başladı diyelim. Ondan sonra Reaper eğitimini verdim- zaten bu da birazcık müzikle bağlantılıydı-.Artık yaptıklarımı ortaya çıkartayım diye bir youtube kanalı kurdum. Çalışmalarımı, müzik üzerine hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum.
Şule: Sen şimdi flüt, piyano çalıyorsun galiba?
Gizem: Çalmıyorum. Basit, sadece notaları öğrenmemize yarayan flüt vardır ya!... Bu bir enstrüman değil aslında.Enstrümandır da… çocukken öğrenilen bir şeydir ama belki ikinci enstrüman olarak bir üflemeli seçerim. Kim bilir hayat ne gösterecek… Mutlaka bir piyano… Piyanoyu da bıraktığım için unuttum, hatırlayamadım. Yeniden başladım. İkinci dersimi geçen hafta cumartesi aldım. Piyanoyu eski seviyeme getirip ikinci bir enstrüman da çalıp bir yandan kabartma nota öğreneceğim. Kabartma notaları da şu anda bir solfej kitabı üzerinden çalışıyorum mesela. Şu anda bütün fırsat bulduğum zamanları müzik üzerine kendimi geliştirmek için armoni,nota, piyano, Reaper şeklinde götürmeye çalışıyorum.
Şule: Daha çok hangi tarz beste yapıyorsun? Türk Sanat müziğine mi uygun, Türk Halk müziğine mi, hafif müziğe mi?
Gizem: Pop müzikle hafif müzik arası bestelerim var. Hayal’in 2. yaş doğum günü için yaptığım şarkım vardı.Hepsini yavaş yavaş kanalımda ortaya çıkartmaya başlayacağım.
Şule: “Besteler rafa kalktı” diyorsun inşallah o raftan iner çünkü onlar da mutlaka çok değerli besteler olmalı. Başka hangi korolara gittin?
Gizem: Ondan önce çok büyük bir koroya gitmedim. Okul korosu ya da BİLSEM koroları. BİLSEM’deki çok sesli koroda yer aldım.
Şule: Reaper eğitiminin hikâyesi ne? Sanıyorum, o da bir müzik merakından çıktı.
Gizem: Tabii. Ses yazılımı. Ben zaten oldum olası bilgisayara, bilgisayarda bir şeyler düzenlemeye meraklıyım. Bu kadar heyecanla, karmaşıklıkla konuşan bir insanın sesi montaja mahkûmdur. Aslında ses montajı merakım çok eskiden, çocukluğumdan kalma Sound Forge tanıtımlarını okumakla başladı. Sound Forge’u çok az bir dönem kullandım. Bora Fırlangeç’in Reaper eğitimine rastladım. İnternet üzerinden bunu gördüm ve kendimi “Gizem, sen bir şeyler yapmalısın. Bu kadar şey internette ayağının altındayken sen niye hala boş oturuyorsun, bunu yapmıyorsun?” diyerek Reaper eğitimini satın almamlakendimle ilgili bir direnç başladı. İnsanın bir şeylere direnmesi, kendi hakkını savunması için de bir süreç gerekir. Hayal’in doğumuyla gelen bir kendime geliş yaşadım. Çünkü hayatımın o döneminde bu eğitimi satın aldım, izledim, notlar çıkardım. Bir şeyler yapmaya başlarken o dönemde bir arkadaşım “bütün bu bildiklerini artık açığa çıkarmanın vakti geldi geçiyor.” diye beni çok uzun süre ikna etme çabasına girdi ve engelsiz eğitimde bu sene ne eğitim verilse denilirken ben de bu eğitimi verebileceğimi söyledim. Zaten bu tarz eğitimler her zaman güncellemeye muhtaçtır. Bora Fırlangeç eğitiminin üzerinden birkaç sene geçmişti ve programın da bir sonraki versiyonları çıkmıştı. Bunların da öğrenilip aktarılması ihtiyacı hem de aktarırken kendi bildiklerimi daha iyi pekiştirme ihtimali beni buna itti ve bir anda kendimi geçen sene ‘eğitim ver, eğitim montajla, yeni müfredatta hazırla…’ Bir baktım, tekrar olmuş gibi bir döngüde buldum. Eğitim verirken kendi verdiklerimi de ortaya çıkartmalıyım şeklinde kendimi ileri atmış oldum. Aslında bir yandan başkalarına faydalı olurken, bir yandan kendi ilerleyişimi tetiklemiş oldum bu şekilde.
Şule: Bilgisayarı da Parıltı’ya giderken öğrendin değil mi?
Gizem: Eh, Parıltı’ya giderken başlangıç oldu. Ben lise 1’den itibaren laptop kullanmaya başladım. Derslerde bana o zamanlar verilmişti bir bağışla, ‘derslerinde laptop kullanabilir’ gibi bir öngörüyle. Artık kim öngördüyse,bilgisayar kullanmama o dönem izin veren öğretmenlerimden de Allah razı olsun. Ders notlarımı bayağı bayağı laptopta tutup hatta notlarımı arkadaşlarımla paylaştığım çok olmuştu. Parıltı’dan, Internet’ten, ‘Engelsiz Eğitimdeki’, ‘Dünyaya Seslen’deki kayıtlardan çok fazla faydalandım. Hatta geçen kasım ayında Engin Yılmaz'la birlikte geçmişte engelsiz eğitimde verilen sesli Word eğitimlerini bir ekip çalışmasıyla yazıya geçirdik. Ben 2 ders yazdım ve eğitimim editorial kısmında görev aldım. Bir yandan öğrenip bir yandan aslında tam olarak öğrenmediğim şeyleri bile birilerine öğretmek için çalışıp anlatmak insanı çok iyiye götürüyor.
Şule: Evet, burada da tabii çeşitli farklılıklar var. Mesela bazıları birileri anlattığı zaman daha kolay öğreniyor. Senin gibi yetenekleri olan biri de böyle araştırarak, notlar çıkararak,kurcalayarak öğreniyor. Bilgisayarın başka konularına da hâkimsin, sadece müzik kısmına değil. Başka değişik programlara da hâkimsin, değil mi?
Gizem: Evet, elimden geldiğince bilgisayar konusunda kendimi geliştirmeye ve çevremdeki arkadaşlarıma da yardımcı olmaya çalışıyorum. Geçen sene bir arkadaşımla birlikte haftada bir saat bir şeyler çalıştık. Elimden geldiği kadar destek olmaya çalıştım.
Şule: Sen artık istendiği zaman, koşullar uygun olduğunda bilgisayar dersi verebilecek durumdasın. Onu anlıyoruz.
Gizem: doğru.
Şule: Biraz da çocuğunla iletişiminle ilgili konuşalım. Bu kadar teknoloji donanımı olan bir kadın mutlaka anneliğinde de bu teknolojik donanımını gündeme sokmuştur. Ondan söz etmek ister misin?
Gizem: Hayal’e hamile kaldığımda aklımdan geçen, “Bir şeyler araştırayım, bir şeyler okuyayım, okuduklarımı uygulayayım.” şeklinde başladı. Kendi yolumu buldum.Hayal’in geleceğini bildiğimde ilk kaygılandığım şey,annemin, “Gizem, Ben senin görmediğini anlayınca, benim sütüm kesildi.” demesi üzerine, acaba ‘stresten süt kesilir mi? Süt nasıl devam eder…’ gibi bir meraka kapıldım ve emzirmeyle, normal doğumla ilgili çok fazla araştırma yaptım. Kızımın emzirilmesiyle ilgili destek alırken çevredeki insanların ‘yetmiyorsa mama ver’ gibi baskılarına direnirken bir yazı okumuştum. ‘Tomris'in emzirme notları’ diye bir kaynaktan. Dışarıdayken, iş yerindeyken süt sağmakla ilgili anlattığı bir yazıydı ama ben bunu bütün hayatıma uygulayabildim. ‘Size, anneliğinizle ilgili bir şeye, sütsağımıyla ilgili bir şeye izin verilmediği zaman, unutmayın ki,savunduğunuz kendi hakkınız değil, çocuğunuzun hakkıdır. Buna göre gardınızı alın!’ gibi bir cümle okumuştum ve bunun üzerine, emzirmeyle ilgili yapılan çok fazla doğru bilinen yanlış varken, kendi bildiğim doğruları uygulamaya çalıştım ve bunları uygularken kızımın hakkını savunmak niyetiyleaslında kendi haklarımı da savunabilme potansiyelinekavuştum. Engelsiz Erişim Derneği’ne hayatımın ilerleyen dönemlerinde üye olduğunda o direnci bulmamın bir yerlere başlamamda, kendi hayatımın değişmesinde çok büyük katkıları oldu. Hayal doğduğunda birçok şeyi herkesin yapabildiği ölçüde yapmayı kendime düstur edindim. Kızımla birlikte yemeğini kendi başına yemesi için BLWuygulamaktan tutun, onunla birlikte dışarı çıkmak, onunla birlikte kitap okumak ve yapılan her şeyi anne- kız iletişimindeki bir güzellik olarak ortaya koymak için çok çabaladım. Mesela yemek yerken ‘acaba yedirebilir miyim’diye düşündüm. Bu sefer blW girdi hayatımıza; niye ben ona yedirmek için kendimi zorlayayım, hem çocuk da niye zorla yemek yesin?’ gibi düşünerek hep bebek liderliğinde beslenmeyi hayatımıza soktum; döke-saça, belli aylarda belli gıdaları ağzına alarak, mıncıklayarak yemesine izin verdim. Bir, bir buçuk yaşından itibaren Hayal çatalla kaşıkla kendi başına yiyebilecek durumda oldu. Bir silingim vardı elimde.Siling denilen şey uzun bir bez parçası düşünün, bu bez parçasını belimize doluyoruz ve bununla birlikte çocuk kucağındayken dışarı da çıkabiliyoruz. İki el serbest şekilde baston kullanabiliyor veya yemek de pişirebiliyoruz. Her şeyi yapabiliyoruz. Daha sonra aynı şekilde kanguruların büyüyen modelleriyle devam ettik. Hayal yaklaşık üç yaşını, hatta üçü de geçtiğinde dönem dönem çok uzun yola gittiğimiz zaman kullandığımız oldu. Büyüyen kangurularla hayatımızı sürdürdük. Hayal yürümeye başladığında ise hayatımıza çocuk elini bırakıp yola fırlarsa kaygısıyla bir güvenlik kemeri girdi. Bu güvenlik kemerinin ise çeşitleri var ama benim kullandığım bir sırt çantası şeklinde takılan ve çantanın ucundan uzanan bir kayışla annenin eline takılan bir malzeme.Başka ebeveynler, bunu çocuklarının elini sımsıkı tutarak onları tehlikeden korumaya çalışırken, ben kızımı bu güvenlik kemeri sayesinde belli aralıklarla bırakabildim. Belli ölçülerde, benim gitmesine izin verebileceğim mesafede kendi kendine koşup onun arkasından gidebilmemi sağlayacak şekilde bırakabildim. Birgün şöyle bir tepki almıştım: “Aaaa! o da ne öyle ya, köpek tutar gibi,” demişlerdi. Ben de “niçin öyle diyorsunuz? Köpek besleyen insanlar tanıyorum. Köpek sahipleri, köpeklerini evlatları gibi görüyorlar. Ben o insanların köpeklerini sevdiği kadar kendi çocuğumu sevmiyor muyum ki? Şu anda benim bu çocuğu korumak için,onu özgürleştirmek için buna ihtiyacım var.”
Şule: Aslında böyle saçma sapan sorularda soruyorlar ya bazen “Çocuğun seni götürsün, anneni düzgün götür” bence ondan çok çok daha yaratıcı yanıtı olan bir soruymuş bu. Bu kemer normalde çocuklar için mi üretilmiş, yoksa siz mi icat ettiniz? Bir de ne kadar uzağa gidebiliyor çocuk?
Gizem: Bu çocuklar için üretilmiş. Çok kalabalık ortamlarda insanların kullandığı yurtdışında daha yaygın olan,insanların hacca, Umre’ye giderken çocuklarını götürmek için kullandıkları şey bu ama çantalı ve çantasız diye farklı modelleri var. Çanta olunca daha sevimli oluyor. Çocuk o çantayı takmaktan mutlu oluyor. Ben bunu hiçbir zaman cama takılan bir kilit veya prize takılan bir korumadan daha farklı görmedim. Bu bir güvenlik aracıydı benim için ve zorunluluktu o dönemde. O yüzden de tercih ettim.
Şule: Ne kadar uzağa gidebiliyor çocuk?
Gizem: Benimki ayarlanabilirdi. Sanırım bir bir buçukmetre kadar uzaklaşabiliyordu benden. Dolayısıyla ani bir tehlikede hop o kayıştan tutup, benim tutmamla benden ayrılmamış oluyordu. Biz bunu, bir yaşındayken ilk adımını attığı günden itibaren kullanmaya başladık. Kapının önüne çıkarttım. Kaldırımda iki adım atıp geri geliyorduk. Her gün dışarıya çıkmaya özen gösterdim. Kangurusuyla, sonra güvenlik kemeri ile. Artık yaşı daha da büyüyüp benim elimi hiç bırakmaması veya bıraksa bile yola fırlamaması gerektiğini anladığına emin olduktan sonra, bu sefer ziller devreye girdi.
Şule: Çok güzelmiş gerçekten.
Gizem: Küçük çocuklara müzik öğretiminde kullanılan bilek zilleri. Bu benim uydurmam. Böyle bir şey, zaten görenler tarafından kullanılmaz. İlk zamanlar köpeğebenzetilen çocuğum, bu sefer de koyuna benzetildi. Niye zil takıyor muşum, niye öyle takip ediyor muşum?’ Birilerinin gözüyle takip ettiğini, kulağımla takip etmem, sadece herkesten biraz daha farklı bu baş etme durumu o insanlara garip geliyordu. Çaresiz olmam, aciz olmam daha kolay kabul edilebilir bir durumken bunu herkesten farklı yapmamı insanların anlaması çok daha zordu ilginç bir şekilde. Ziller sayesinde de şunu yapıyorduk, ben Hayal’le birlikte parka gidiyordum. Yemekte, parkta oyun oynarken, bankta otururken, sürekli ‘Hayal neredesin, gelir misin?’ diye seslenmektense gören birinin çocuğunu uzaktan gözüyle izlediği ölçüde ben de kızımın zil sesini duyarak yakınımda olduğunu anlıyordum. 4-5 yaşına geldiğinde artık parktan da dışarı çıkmaması gerektiğini algıladığında veya 5 dakikada bir yanıma gel dediğimde gerçekten geldiğimde zillere de ihtiyaç duymamaya başladık, onları bıraktık. Artık bakkala çakkala ufak tefek gönderip kendi kendini geliştirmesine destek olmak üzere akıllı saate geçeceğiz. İlerleyen zamanda “Hangi akıllı saat erişilebilir acaba?” diye araştırıp belli bir yaşa kadar takip etmeyi herkes gibi sürdüreceğim. Sadece herkesten farklı olarak bazı şeyleri yapıyorum. Biraz yadırgansam da ben kızımla bu şekilde iletişim kurmaktan, bu şekilde yaşamaktan çok mutlu oldum. Çok güzel geldi bu bana. Sonra kitaplar girdi hayatımıza. “Hayal’e nasıl kitap okuyabilirim, nasıl akranlarıyla aynı seviyelerde olmasını sağlayabilirim, Okumasını-yazmasını öğrenmesini nasıl sağlayabilirim?” diye düşünürken ilk etapta birilerinin okuduğu seslendirmeleri sayfa sayfa ayrımlara bölüp dinlemeyi seçtim. Braille okumam çok hızlı olmadığı için bu şekilde yaptım. Braille okuması daha hızlı olan arkadaşlar kitapların üzerine bütün kitap metinlerini yapıştırarak da yapabiliyorlardı. Dinleyerek dinlediğim şeyi aynı hızla yapmanın yeterli olmadığı bir süreçti. geçen sene GETEM’de yapılan bir proje sayesinde artık kızıma kitapları okuyabilecek hale geldim. GETEM’dekör ebeveynlerin gören çocuklarına okuyabilmeleri için düzenlenmiş kitaplar var. Bu kitaplar her bir sayfasının bir Word sayfasına yazılarak düzenlenmesi şeklinde oluşturuldu. Kitabın üzerine sadece Braille sayfa numaralarını yapıştırıyorum. Hangi sayfayı okuyacaksam, ya başlıklara giderek h harfine basarak başlıkla o sayfa numarasını buluyorum ya da yeri geldiği zaman ‘kontrol sayfa aşağı-sayfa yukarı’ tuşlarıyla kitapların üzerine gelerek aynı metnin resim betimlemelerini de okuyarak kızımla beraber aynı kitabı eş-zamanlı olarak okuyabiliyoruz.
Şule: Bu çocuk için de çok güzel bir deneyim olmalı. Annesinin okuması hem de görme engelini kabullenmesi ve onunla tanışması açısından da çok önemli. Hayal annesinin kör olduğunun farkında. Tabi onu da kolayca kabullenmiştir böylece.
Gizem: Şöyle diyor mesela: “anne! bak elinle.” bir kere burnunu duvarın kenarına çarpmış. Parmağımı tutuyor,çarptığı burnuna dokunurken “Bunu buraya çarptım” diyereksonra da duvara elimi dokunduruyor. Ağlarken bile o dokundurma işini yapar. Burada bu dergiyi okuyan veya dinleyen zaten bir sürü kör ebeveyn var. Herkeste bunu bilir ki, kör ebeveynin çocuğu o hayata doğar. O kör ebeveyniyleyaşayacak şekilde çocuk daha çok ufak yaştan itibaren herkesle göz teması kurarken anneyle veya babayla iletişimini dokunarak sağlar. Benim kızım da bu şekildeydi ve ben ona sürekli “Sen bana yardım etmeye doğmadın bu dünyaya. Tabii ki her çocuğun her ebeveyne yaptığı derecede bir katkı sunabilirsin ama bunu kendine mecburi bir görev edinmemelisin,” gibi bunu ona ifade etmeye çalıştım. Çünkü bu şekilde davrananlar, yardım gözüyle bakan, çocuğu yardım etsin diye bekleyen de var. Köre çocuğu yardım etsin diye bakan kocaman bir toplum da var. ‘Niye yardım etmiyorsun?’şeklinde tepkiler verenler var. Geçenlerde bir güvenlik görevlisi ile bu yüzden tartıştım. Asansöre binecektik. Yanlış bir yere gitmişiz. Görevli geldi, yardım etti. Sonra kızıma dedi ki, “Neden yardım etmiyorsun bakayım anneye? Bak döverim seni”. Bayağı sinirlendim. “Sen ne diyorsun? Ne münasebet!”dedim. “Ya şaka yapmıştım.” “Tanımadığımız birinden böyle bir şakayı duymaya ihtiyacımız yok. Neye yaradı şimdi bu?”dedim. Sustu, “Özür dilerim,” dedi. “Ya bu çocuk bunu gerçek olarak algılarsa, Sen ne yaptığını zannediyorsun,” dedim. Okadar kavga etmek istedim ki cümlelerle ifade etmekte çok zorlandım. Zaten fevrileşiyoruz insanların verdiği acayip tepkilerden dolayı ister istemez ama yanımızda çocuk olduğunda çok daha fena olaylarla karşılaşabiliyoruz maalesef. Çocuğun ağzına bana sormadan kopardığı muzu veren biriyle karşılaşıp ciyak ciyak bağırdığımı bilirim. 5 buçuk aylıkken kucağımda kangurudayken ‘eline harçlık veriyorum’ diye 10 kuruş veren birinin verdiği o parayı çocuğun ağzına götürmesine son dakika engel olduğumuhatırlıyorum. Bu yüzden yollar benim için biraz stresli oluyor. “Çocuğa kim, ne zaman, ne verecek?” Biri para verir, atarız.Öteki kolye verir, fırlatırız. Çünkü bana sormaz. Bunlarla sürekli karşılaşıyoruz.
Şule: Bunları senden duymak seninle sohbet etmek güzel olduğu kadar, eminim farklı deneyimlerini dergimiz aracılığıyla yazıya döküp bize iletmen de çok kıymetli olurçünkü konuşmakla bitmeyecek. Bilgisayar kullanmada kadınlarla erkekler arasındaki farklarla ilgili bir konuya geçmek istiyorum. Benim dikkatimi çekiyor. Dünyadaki araştırmalarda da Türkiye'deki araştırmalarda da bu böyle. Teknolojik konulara erkekler kadınlardan çok daha fazla hâkim. Aynı şey bizim görmeyen kadınlarımızda da var. Erkekler çok daha hâkimler ve böyle bilgisayara hâkim olan kadın görünce hemen ilgimizi çekiyor. Onlara ulaşmak istiyoruz. Öncelikle sence bu neden kaynaklanıyor? Senin de böyle bir gözlemin var mı?
Gizem: Benim de gözlemim hemen hemen bu şekilde.Zaten verdiğim Reaper eğitiminde de bunu çok net gördüm. Sadece 2 ya da 3 tane kadın arkadaşım eğitimin başlangıç aşamalarında benimle beraberken daha sonra onlar da bırakıp gittiler. Bir sürü erkeğin içinde tek kadın olarak eğitim veren konumunda olmak biraz ilginç bir deneyimdi benim için.
Şule: evet, senin tek kalman belki böyle bir durumda aslında bir güvensizlik mi oluyor kadınlarda? Onlardan daha iyi yapan birilerini oralarda görünce acaba kadınlara özel eğitimler mi planlamak gerekiyor? Nasıl onları o düzeye getirebiliriz, ulaştırabiliriz sence?
Gizem: Ben zaten hem bilgisayar eğitimleri veren çok azkadın olduğunu görmem hem de baktığımda Engelsiz Erişim’de bilgisayar ile ilgili bir eğitim veren başka bir kadın olmadığını da görmemden kaynaklı burada güzel bir şey amaçlamıştım. Daha çok kadına ulaşmak, daha çok kadının bu eğitimleri almasını çok istemiştim. Ben bu eğitimi verdikten sonra eğitimi izleyen kadınların olduğunu duydum. Çok şükür varlar. Kayıt esnasında olmasalar da onlar bir yerlerde varlar.Engellilerin engelli olmayanlar ya da engelli kelimesini de kullanmak doğru değil aslında. Engel eksiklik gibi yorumlanıyor. Engelli yerine yeti farkı demeyi tercih etmek daha doğru olacak. Bu yeti farkı olanların toplumda yeti farkı olmayan herkes gibi olanlara göre hissettirildikleri bu eksiklik duygusu kadınların da erkeklerin önünde aynı duyguya maruz kaldığı eksik duygusu daha az yapabilmek korkusu.
Şule: Aynı zamanda farklı sorumlulukları da olduğu için bu tür şeylere de çok zaman ayıramıyorlar. Bir de o tabii biraz bahane ama böyle bir gerçeklik de var maalesef.
Gizem: Ev işi beden işi, bilgisayar işi de beyin işi algısı var. Sanki kadınları, beyinlerini değil de bedenlerini kullandırtacak bir hayata mahkûm eden bir düzen var. Ama inanıyorum ki özellikle son zamanlarda bu düzenin kırılması için bunun böyle olmaması gerektiğini yaşayan ve yaşatmaya çalışan bir sürü kadın var. Bunun yıllar içinde kırılabileceğine çok inanıyorum. Reaper eğitimi vermek, kendi youtube kanalımı yönetmek vesaire gibi şeyler yaparak da buna bir katkıda bulunmayı çok istiyorum, inşallah bunu başarabilirim.
Şule: Evet, biz de buradan izleyicilerimize tekrar duyuralım. Bu konularda bir Gizem’imiz var, diğer arkadaşlarla da iletişimin var mı acaba? Daha önceki bir söyleşimizi ‘From Your Eyes’ şirketinden Zülal Tannur arkadaşımızla gerçekleştirmiştik. Bir de Sadriye Görece arkadaşımız var. Böyle kadınlar yavaş yavaş gelişiyorlar, kendilerini ortaya çıkarıyorlar. Onlarla herhangi bir iletişimin var mı?
Gizem: Sadriye, çocukluğumdan tanıdığım bir arkadaşım.Zaten benden sonra Amerika'ya gitmesi için onu da teşvik etmiştim. Belgelerimi hazırlarken, o süreçleri beraber yaşadık.Zülal’le tanışıklığım var sadece o kadar. Yakından bu iletişimim olmasa da kendilerini biliyorum.
Şule: Belki bu anlamda bir araya gelip bir sinerji yaratabilirsiniz. Çünkü hakikaten ben de ısrarla bir şeyleri çok zor öğrenen biri olarak birilerine öğretmeye çok hevesliyim.Israrla öğretmeye çalışıyorum. Bu konularda da biraz sabırlı olmak lazım.
Gizem: Onlarla gittiğimiz alanlar birbirlerinden çok farklı. Onlar daha ziyade engellilik alanı üzerinden ilerliyorlar. Bense kadının güçlenirken niye mutlaka kadınlar alanında çalışması gerekiyor ya da engelli kendini gösterirken niye bir engelli projesini de göstersin ki? Herkesin yaptığı bir şey olarak devam etmesi yönünde ilerliyorum. Ben mesela müzikle ilgili yeteneğim varsa müzikle ilgili bir şeyler yaparken, bunu yapabiliyor olduğumu alttan alta göstermeyi tercih ederim.
Şule: Sen bir de Engelsiz Erişim Derneği’ne üyesin.Sanıyorum Engelsiz Erişim Derneği’ne üye olmak senin hayatında çok daha özel yeri olan bir şey; ait olma duygusu diyelim, birazcık da onu anlatırsan.
Gizem: Engelsiz Erişim Derneği, benim körlüğe ya daazınlık gibi görülen bütün kesimlere olan bakış açımı temellendirmemde önemli rolü olan bir yer. O yüzden kendimi çok ait hissediyorum. Burada çalışmak. Benim kendimi geliştirmemi hem de. Bu ayrımcılığa uğrayan her türlü kesime dair, başta körlük olmak üzere bir mücadele alanında ilerlemeyi sağlıyor.
Şule: Peki Gizem, söylemek istediğin başka bir konu kaldı mı? Varsa onu da alalım
Gizem: Hikâyem biraz dağınık oldu. Başı sonu birazcık karışmış olabilir. Heyecanıma verin. Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için. Burada bu süreçte yer almak çok büyük bir keyifti.
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, ben de Gizem’e dergimiz adına çok teşekkür ederim. O kadar yoğunluk arasında zaman ayıramayacağını düşünmüştüm. O da tam tersi bayağı bir zaman ayırdı. Bence hiç dağınık değildi. İzleyicilerimizin seve seve, hiç sıkılmadan seni izleyeceklerine ve hayatlarına çok şey katacaklarına inanıyorum ve çok önemli mesajlar verdin. Ben de çok şey öğrendim. Başka bir ‘Arı Kovanı’ söyleşisinde buluşmak üzere. Herkese iyi günler, Mutlu günler diliyorum.
Gizem Alakaya’yı dinlemek isteyenler, aşağıdaki bağlantıdan ona ulaşabilirler. İşte Gizem’den güzel bir şarkı.
Gizem Alakaya - Bahar - Candan Erçetin cover
https://youtu.be/oHqFcj3F6_k
8 Ocak 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.