SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ
Şule: Sevgili Umudun Kadınları takipçilerimiz, ‘Arı Kovanı’ köşemizde, birçoğunuzun yakından tanıdığı, bazılarınızın da yeni tanıyacağı Elif Emir Öksüz ile beraberiz. Hoş geldin Elif. İstersen kendini tanıtarak başla.
Elif: Merhaba. Sondan başa doğru gideyim. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, Uygulamalı Psikoloji Ana Bilim Dalında Doktor Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. 2008 yılında, Hacettepe Psikoloji Bölümünden mezun oldum. Hacettepe PDR.’de yüksek lisans eğitimi yaptım. Orada doktora yaparken, Fulbright bursunu ve Milli Eğitim Bakanlığının Yurt Dışı Eğitim Bursunu kazanıp ikisinden birini tercih etmek zorunda olduğum için Milli Eğitim Bakanlığı Bursunu tercih ettim ve Amerika’ya gittim. 2012-2019 yılları arasında oradaydım. Klinik Ruh Sağlığı alanında bir daha yüksek lisans yaptım ve Psikolojik Danışman Eğitimi alanında doktoramı tamamladım. Türkiye’ye geri geldim. Evliyim, beş buçuk yaşında bir kızım var. Görme engelliyim. EEEH. Dergimiz var, uzun yıllar dergimizin editörlüğünü yaptım. Yazar olarak da bulundum. Hatta şu an yeniden yazmaya başladım. Engelli Kadın Derneği’nde sivil toplumla ilgili bazı çalışmalar yürütüyorum. Şu anda Birleşmiş Milletler’in devam eden bir projesi var. Bu projenin yürütücülüğünü yapıyorum.
Şule: Görme Engelin ne zaman oluştu?
Elif: Doğuştan ama ilkokul yıllarında bir parçacık da olsa görebiliyordum. Hiçbir zaman tahtayı göremedim ama çok büyük yazıları, renkleri görebiliyordum. Sonra büyüme ve yaşlanmaya bağlı olarak büyük yazıları okuyamamaya ve görememeye başladım. Üniversiteye başladığımda artık bunların hiçbirini yapamıyordum. Körlüğü bir kimlik olarak benimsemem üniversite yıllarıma denk geliyor. İnsan bir arafta kalınca ve önünde de bir rol model yoksa bunu bir kimlik olarak benimsemenin olasılığı biraz daha düşüyor. Üniversiteden itibaren hem kabartma yazıyı ve bağımsız hareketi geliştirmeye hem de aktivizm çalışmaları içerisinde yer almaya çalıştım. Bu yüzden de herhangi bir körler okuluna gitmemiş oldum. Benimki kaynaştırma eğitimi değildi, biraz arada kaynama eğitimiydi. Bir şekilde bir üniversiteye geçtim.
Şule: Ailenden bir destek vardı sana, bunu böyle mi anlamalıyız?
Elif: Annem ilkokul mezunu ama ben kitaplarımı okuyamadığım için o okudu, özellikle uzun olan metinleri. Üniversiteye hazırlanırken test çözmem için okuyabildiği kadar annem okurdu. İlkokul mezunu olmasına karşın çok güzel okurdu. Lise mezunu olan babamdan daha akıcı okurdu. Matematiği, sembolleri sonradan öğrendi. O konularda bana çok emek etmiştir. Babamın da katkıları var ama o hep tam zamanlı çalışıyordu. İşler daha çok annemin üzerindeydi. Güzel yazı dersi olurdu mesela. Ben kim, güzel yazı yazmak kim! Kalemi mürekkebe batırmak gibi işler… Bir şekilde ödevleri teslim etmek gerekiyordu. Annem ya da abim yazardı. Resimleri babam evde yapardı. Bunları benim yapmadığımı öğretmenim de bilirdi. Bir şekilde not vermesi gerekiyordu. Bunlardan muaf olduğum da söylenmedi. Saçma sapan bir düzen içerisinde okulu bitirdim.
Şule: Annen oldukça emektar bir kadınmış gerçekten. Kendini geliştirmiş, bir yerde seninle birlikte üniversite okumuş. Önemli olan ilkokul mezunu olması değil, ilgili bir anne ve kadın olması. Resim yapamadığını, güzel yazı yazamadığını söyledin ya, merak etme şimdi çocukların ödevlerini daha çok ana-babalar yapıyor. Biraz bağımsız hareket üzerinden gidelim. Üniversitede bağımsız hareketini nasıl kazandın? Sana kimler, nasıl destek oldu? Bağımsız hareketin ne düzeyde?
Elif: Şu an bağımsız hareket durumum gayet iyi. Yalnız nereye gitmem gerekirse giderim. Üniversitede, yüksek lisans ve doktora dönemimde yurtta kaldım. Defalarca Amerika’ya gidip geldim yalnız başıma. Beni karşılayan kimse yoktu ve Kanada’ya tek başıma gittim. Her gün işe gidip geliyorum. Bağımsız hareketim artık oturdu. Süreç şöyle gelişti: O yıllarda kendim okula gidemediğim için ilkokulda annem beni okula bırakır ve geri gelip alırdı. Okul mahalledeydi ve eve çok uzak değildi. Ortaokulda arkadaşlarım evimizin önünden geçerken beni de alırlardı, dönerken de bırakırlardı. Yürüyerek gidip gelirdik. Anadolu lisesini kazanmıştım ve lise evimize çok uzaktı. Servisle gidip geliyordum. Annem beni servise bindirir, indiğimde arkadaşlarım sırama kadar ya da okul çıkışında servise bırakırlardı. Bu yüzden servisi çok defa kaçırmışımdır. Biraz sıkıntılı bir durumdu. Üniversiteye başladığım sırada, Bursa’dan Ankara’ya taşındık. Annem benimle geliyordu. Yapacak işi olmadığı için dışarıda bir bankta oturup beni bekliyordu. Genç bir kadın için çok zordu. Arkadaşlarımla sosyalleşemiyorum. Küçük bir çocukmuşum gibi annem hep orada. Tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Üniversite 2. Sınıftayken, ekran okuyucu kullanabilmek için Altınokta Körler Derneği’nde bir bilgisayar kursuna kaydolmuştum. Babam götürüyordu. Baktım orada insanlar kendileri gelip gidiyorlar. O zamana kadar görme engelli bir bireyle temasım hiç olmamıştı. Bağış toplamak için şarkı söyleyenlerin okula geldiklerini görmüştüm. Sokakta karşılaşmıştım. Bu kadar tanıdığım kimse olmamıştı. Baktım akıllı geçiniyorum, üniversiteye gidiyorum ama çanta gibiyim, biri beni götürürse gidebiliyorum. “Demek ki yapılabiliyormuş. O zaman ben de yapayım, öğreneyim.” dedim. Yenimahalle’deki Rehabilitasyon Merkezi’ne gittim. “Ben bağımsız hareket öğrenmek istiyorum. Yatılı gelemem. Üniversiteye gidiyorum, dersler var. 6 ay kalamam.” dedim. Bana kolaylık sağladılar. Haftanın bir günü, pazartesi gidiyordum. Kayıt dışı bir öğrenci gibiydim. Kayıtlı olmadığım halde bana kapılarını açtılar. Bağımsız hareket ve kabartma yazı öğrendim.
Şule: Şimdi olsa bunu kolay kolay yapmazlar. Senin için bir şans olmuş.
Elif: Belki de evet. Son sınıfta yurda çıktım. Okul, alış-veriş gibi işleri zorunlu olarak kendimin halletmesi gerekiyor. Kullandıkça kullandıkça gelişti ve açıldık.
Şule: Engelli Kadın Derneği ile tanışmanı biraz anlatabilir misin bize?
Elif: Bu süreç de aynı dönemlere denk geliyor. Ales sınavına girecektim. Ortopedik Engelliler Okulu erişilebilir olduğu için bütün engelliler orada sınava giriyordu okuyucu isteyenler. Sınavdan çıktım. Babam, “Gel bak seni biriyle tanıştıracağım.” dedi ve beni çok sevdiğim, can dostum Deniz aydemir Döke ile tanıştırdı. O da aynı yerde sınava girmiş ve onun da anne ve babası bekliyormuş. Bizi beklerken anne babalarımız oturup arkadaş olmuşlar. “Kızlarımızın ikisi de aynı bölümde okuyor. Benzer şeyleri yapıyorlar.” Diyerek bizi tanıştırdılar. Deniz beni kadınların toplandığı bir oluşuma çağırdı. O zaman dernek henüz kurulmamıştı, sadece toplanılıyordu. Seninle de orada tanıştığımızı hatırlıyorum. Yurt dışında saat farkı, işlerimin yoğunluğu orada anne olmam gibi nedenlerle ilgilenemedim. Üç sene önce döndüm. Ufak tefek bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Şule: Orada çok güzel projeler hazırladığını biliyorum. Kadın duyarlılığı konusunu konuşalım istersen. EEEH. Dergide kadınlarla ilgili hem kendi deneyimlerini paylaştığın hem bilgilendirici çok güzel yazıların var. Kadın duyarlılığının da bir hikayesi olur, tamam kadınız ama. Bu duyarlılık acaba nereden geldi sana?
Elif: Sen sorunca düşündüm bunu. Bu konuyu daha önce hiç düşünmediğimi fark ettim. Küçüklüğümden beri eşitliği çok önemserdim. Biz evde bir kız, bir oğlan çocuğuz. Abim var. Sorardım “O bunu yapıyorsa ben neden yapamıyorum” diye. Annemin üç oğlan kardeşi var. Annem onların okula gönderildiği halde neden kendisinin gönderilmediğini anlatırdı. Bunlar bana çok küçükken bile çok ters gelen durumlardı. Hiçbir zaman kafamda oturtamadığım, nasıl olur diye düşündüğüm şeylerdi. Birtakım eşitsizlikler hep gözüme batardı. Çıkaramadım, belki bunların üzerinde biraz düşünmem lazım.
Şule: Sorularımızla seni terlettik sanırım. EEEH. Dergi ile ilgili konuşalım biraz da. Oraya da tanıdık arkadaşların seni çağırdı sanırım. Bu oluşumda bayağı hizmetin oldu.
Elif: Ben Amerika’ya gittikten sonra NFB. National Federation off the Blind var ya, onlarla haşır neşir olmaya başladım. Şehre ve ülkeye adaptasyon aracım gibiydi biraz da. Önemli bir destek mekanizmasıydı. Zaman içinde onların ‘Braille Monitor’ adlı bir dergilerinin olduğunu keşfettim. Başka bir organizasyonun ‘Access World’ (Dünyaya Eriş) adlı teknoloji temelli bir dergilerinin olduğunu gördüm. “Neden bizim kolay okuyup her konuda yazabileceğimiz digital bir dergimiz yok?” diye düşündüm. İnsanları arayıp onları tetiklediğim bir durum oldu. Bu fikri ortaya atınca, nasıl yapabileceğimizi düşündük. ‘Adı ne olsun, kimler olur?’ sorularıyla başladık. Deniz Aydemir Döke, Engin Yılmaz, Canan Çam, Burak Sarı vardı. Adlarını saymayı unuttuklarım beni affetsinler. 112. Sayımız çıktı. Aralıksız sürüyor. Çok da gurur duyduğum bir proje bu. 2017 yılından beri dergide yoktum üstelik.
Şule: Senin öncülük ettiğini öğrenmiş olduk. Gerçekten bizim dergimiz gibi gönüllü olarak bir emek veriliyor. Biz de derginizden çok yararlanıyoruz. Amerika ve Türkiye’yi engellilik ve kadın meselesi açısından karşılaştırdığımızda bakış açısındaki farklar neler? Mutlaka evrensel boyutları da vardır.
Elif: Amerika, engelli hakları bakımından bizden epey ileride. Verilmeyen haklarınızı takip edebilme ve talep etme fırsatınız var. Bir okul, üniversite, iş yeri size erişilebilirlik sağlamıyorsa, siz bunu talep edebilir ve vermezlerse dava edebilirsiniz. Bu, işlerin yolunda olmasını sağlıyor. Kadın hakları, Avrupa’daki gibi aman aman cinsiyet eşitliğinin şahane olduğu bir yer değil. Bizden bir tık daha iyi olabilir. Bunların birleşimiyle engellilik anlamında, erişilebilirlik anlamında işler biraz daha kolay oluyordu. Mesela, en sevdiğim şey, çoğunlukla engelli tuvaletleri cinsiyetsiz değil. Kadın ve erkek tuvaletinin içerisinde daha geniş bir kabin olarak yer alıyor. Mağazalarda kadın ve erkek kıyafet deneme kabinlerinde, tekerlekli sandalyenin girebileceği bir kabin yer alıyor. Bunlar günlük hayatı kolaylaştıracak küçük ve güzel uygulamalardı. Ben Amerika’da yabancı ve hamile bir kadın olarak tek başıma yüzmeye gidiyordum. Ağrılarımın azalması için haftada iki-üç kez yüzmem gerekiyordu. Kendi ülkemde yalnız başıma yüzmeye gidemiyorum. Ya ulaşım uygun değil ya sorumluluğumuzu alamayacaklarını, biriyle birlikte gelirsek bizi kabul edebileceklerini söylüyorlar. Orada günlük yaşam daha az stresliydi. Haklar anlamında çok eksiğimiz olduğu için bizdeki engelli mücadelesi çok ateşli, dinamik, başarılı, becerikli ve çok güçlü. Gençlerimiz teknoloji ve yasalarla çok haşır neşir. Bu kadar imkansızlığa rağmen bunları yapıyoruz. Orada kitapların sana veriliyor. Her zaman mükemmel olmasa da bizden çok daha kolay. Biz her şeyi kendimiz yapıyoruz. Kitabı alıp fotokopiciye götürmek, taratmak. Eskiden pdf formatı bulmak bu kadar kolay değildi. Program kurma, kaldırma. Bu kadar imkansızlıklar karşısında hırslıysak, biraz daha fazla imkanlarımız olsa neler yapmayız! Bu kadar imkansızlığa rağmen harikalar yaratıyoruz.
Şule: Ülkemizde bayağı geri bir anlayış var. Bunlara karşı birlik olarak mücadele etmek gerekiyor. Dinamikler farklı ama her ülkenin kendine göre dezavantajları ve avantajları var senin de anlattığın gibi. Belki bu, başka bir söyleşinin konusu olabilir. Amerika’da evlendiğini söyledin. Bir yazını okumuştum, ‘O da mı görme engelli?” diyorlarmış eşin için. Eşin yabancı mı sorusuyla başlayayım ben de. Özellikle engelli kadınların engelsizlerle evlenmelerini çok önemsiyorum. Erkekler bunları göğüslerini gere gere anlatıyorlar. Kadınların bu durumları daha az olduğu için bunu vurgulamakta yarar gördüm. Ne dersin bilmiyorum?
Elif: Konuşalım tabii. Eşim yabancı değil. Amerika’ya gideceğimiz kesinleşince, gitmeden iki ay önce evlendik. “Onun nesi var?” diye soranlara, Kürt ve hiçbir engeli yok, saçı var diye cevap verebiliriz. Bu benim için bir başarı, sınıf atlama, statü göstergesi değil. Gönlüm onu sevdi, onun gönlü de beni sevdi.
Şule: Eşin ne iş yapıyor?
Elif: Genetik ve Moleküler Biyoloji mezunu. Bir kamu kurumunda uzman yardımcısı olarak çalışıyor. Karşı tarafın eğitim açısından düşük profilli olması beklenir bir telafi mekanizması olarak. Eşim sosyal önyargılara çok takılan bir insan değil. O yüzden beni bir yardım objesi olarak görme yerine, bir kadın olarak gördü ve ilişkimiz başladı.
Şule: Aile bağları da çok iyi galiba çünkü ailelerde de o tutuculuk çok oluyor. Ben bunu bir statü olarak görmemiştim zaten senin açından. Kadınlara karşı bir ayrımcılık var. Birkaç örnekle bunu en aza indirgemeye çalışmıştım. Hep sorarlar ya, ‘Aile baskı yaptı mı, sıkıntı çıkardılar mı?’ diye.
Elif: Ben kayınvalide ve kayınpederimi takdir ederim. Engellilikle ilgili hiçbir bilgim ve tanıdığım olmasa ve çocuğum bana gelse, acaba ben ne derdim? Şimdi boş boş konuşmak doğru olmaz. Bana yansıyan bir olumsuzluk olmadı. İlk başlarda, “Oğlum emin misin?” diye sordular. Ben olsam, aynı soruyu sorardım.
Şule: Bu sorunun engellilikle bir ilgisi yok. Çok gerçekçi bir soru. Gerçek anlamda engeli kabullenmeyecekse, bunu bir sorun olarak görecekse, hiçbir anlamı yok.
Elif: Onlarla tanışmadan önce çok tedirgindim. Nasıl tepki vereceklerini, ne olacağını, bana nasıl davranacaklarını merak ediyordum. 11 yıllık evliyiz, bugüne kadar hiçbir problemimiz olmadı. Çok hoş sohbet, çok nazik ve çok iyi insanlardır. Başka bir şehirde yaşadıkları için çok sık görüşemiyoruz. Birbirimizi görmek isteriz ve severiz. Geçen bayram tatilinde eşime ben onlara gitmek istediğimi söyledim. Bu açıdan çok şanslıyım. Beni, tanıdıklarından hiçbir zaman saklamadılar. Kendi şehirlerinde görece tanınan bir aileler. Bana hiçbir zaman demediler, “Aman kızım bastonunu kapat, kimse böyle görmesin, oraya buraya yazı yazma, sen artık bizim soyadımızı taşıyorsun” çok sıradan davrandılar. İsteme, nişan, düğün doğal bir biçimde oldu.
Şule: Sen bir şeyi doğal karşılayınca, çevre de çok daha doğal karşılıyor. ‘Onun nesi var?’ sorusunu bir kez sorarlar, ikinciye cesaret edemezler. Çocukların da kabullenmeleri öyledir. Doğal sorar ve yetişkinlerden daha çabuk öğrenirler. Buradan biraz da akademisyenlik meselesine gelelim. Psikoloji mesleğini isteyerek mi seçtin? Hayalin akademisyen mi olmaktı?
Elif: Tek tercihim psikolojiydi. Hukuk olabilir diye düşünüldü. Bir yönlendirme vardı ama kalkıp ta fiziğe yönlendirmiyorlardı sonuçta. Psikolojiyi çok severek okudum, çok severek de yapıyorum, şikâyetçi değilim. Ekonomiyle çok ilgiliyim. Belki şu anki becerilerim olsaydı ve Türkiye’deki imkânlar daha iyi olsaydı, yönlendirilseydim, iktisat okuyabilirdim. İyi bir puanım vardı. O zaman ne iş yapardım, iyi bir iş bulabilir miydim? Bilmiyorum. Gazetecilik yapar mıydım? Hukuk okumadım. Bireyci düşünüyordum. Bir sistemin parçası olmaktansa, bir bireye müdahale edip onun iyilik haline katkıda bulunmak, bana o zaman daha kolay gelmişti. Yüz yüze ilişki, klinik psikoloji düşünmüştüm. Psikolojinin alt alanlarını çok iyi bilmiyordum. Çok esnek bir alan. İlgilerim doğrultusunda çalışmalarımı şekillendirebileceğim bir alan. Akademinin ne olduğunu bilmediğim için hiç aklımda yoktu. Geniş ailemizde sadece bir tane üniversite mezunu var, o da yılda birkaç kez gördüğüm bir insan. Üniversiteye başladığım zaman, bütünleme ve finalin anlamını bilmiyordum. Okumak bana tatlı geldi. Tam lisansın sonuna doğru yurda çıktım, bağımsız hareket. Yurt içinde yüksek lisansa devam edersem diye, Tübitak bursunu kazanmıştım. Yüksek lisans yapmalıyım diye düşündüm. Yüksek lisansta yurt dışına gitmek istedim. Orada şartlar, eğitim daha iyiydi, önyargılar daha azdı. Çeşitli burslara başvurdum. Amacım okumaktı, ille de akademisyen olmak değildi. Milli Eğitim Bakanlığı bursunun gereği, yurt dışında kaldığın sürenin iki katı zorunlu hizmet vermek. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi zorunlu hizmet yerim. Doktora yıllarından beri araştırma yapmayı, ders vermeyi, öğrencilerle ilgilenmeyi çok sevdiğimi fark ettim. Amerika’da da ders verdim. Derse hazırlanırken, sanki benim için bir sahne performansı hazırlamak, sahnede olmak gibi bir şey. Öğrenciler keyifli ders işlemeye katkıda bulunurlarsa, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Halimden çok memnunum.
Şule: O zaman bundan sonra da böyle devam edeceksin gibi görünüyor. Başka bir hayalin var mı?
Elif: Bir süre böyle devam edecek. Zaten 11 yıl zorunlu hizmetim var. Akademinin de biraz bunaltan yanları var. Sınıf mevcudu 140, eğitim online olduğunda, devam zorunluluğu olmadığında, hiçbir öğrenci derse katılmadığında, bir dönemde 6-7 dersim olduğunda tükeniyorum artık. Bunu ne kadar devam ettirebilirim bilmiyorum. Gören bir insana göre çok aşırı yoğunum. Görmediğim için bazı şeyleri yapmam çok uzun zaman alıyor. Bilgisayar başında çok zaman harcıyorum. Bu, beni çok yıpratıyor. Bu şartlar altında ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum. Bakalım göreceğiz.
Şule: Bu kadar çok kimlik, çok yönlülük olunca, yazarlık, annelik, akademisyen olmak, kadın mücadelesine katkıda bulunmak… Sayınca bile insana çok yoğun geliyor. Peki dergimizin çıktığını duyduğunu söylemiştin ama henüz değerlendirmeye fırsatın olmadı galiba.
Elif: Dürüst olmak gerekirse, olmadı. Bu konuşmadan sonra, dönem de yeni bittiği için bir parça nefes alabilirsem, Temmuz ayında bakacağım.
Şule: Biz de deneyimlerinden yararlanmak isteriz. Yazarımız olmaya zamanının olmadığını konuşmuştuk. Yorumların, eleştirilerin bizim için çok kıymetli olur. Biz dergi olarak bu şekilde büyüyüp gelişmek istiyoruz. Daha pek çok konuda sohbet edilebilir, çok teşekkür ediyorum. Gerçek bir arı kovanısın. Birçok yönünle oradan oraya çalışkan arılar gibi sürekli üreten bir kadınsın, bizim için de bir gurur kaynağısın.
Elif: Bu kadar güzel kadının elinin değdiği bir şeyin güzel olmayacağına hiç inanmıyorum. Tabii ki merak ediyorum, en kısa zamanda bakacağım. Eminim ki çok güzel işler çıkıyor. Bu tarz oluşumları çok önemsiyorum. Bizim sesimizi duyurabilmemiz, kendimizi ifade edebilmemiz için bunların daha çok olması ve daha çok kişiye ulaşması şahane bir şey. İyi ki böyle bir şeyi yapıyorsunuz, emeğinize sağlık. Umarım uzun soluklu olur.
Şule: Biz de öyle olmasını umuyoruz. Şunu da söyleseydim iyi olurdu diye düşündüğün bir mesajın varsa onu da alalım. Hep ben sordum ama belki sen başka bir konudan söz etmek istersin.
Elif: Bu mesajı ben EEEH. Dergide de yazmıştım. Kendini genç hissedenlere ve özellikle gençlere seslenmek istiyorum. Kendinizden her şeyi bekleyin. Kendinizden beklentiyi asla düşürmeyin. “Ben engelliyim, bu kadarını da yapsam yeterli olur, ben bunu yapamam ki” demeyin. Belki beyin cerrahı olamayız ama birçok şeyi yapabiliriz. Birçok şeyi herkes kadar yapmaya hakkım var, herkes kadar buna layığım şeklinde düşünün. Kendinizi iyi yerlere layık görün.
Şule: Gerçekten çok güzel bir mesaj. Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, bu kadar çok yönlü, enerjik ve dinamik bir arkadaşımızla tanışmış oldunuz. Elif ile uzun zamandır bir araya gelip konuşmamıştık. Dergimiz buna aracı oldu. Çok mutlu oldum. Verdiğin güzel mesajlara ve sana çok teşekkür ediyoruz. Dergimiz izleyenleri, yurt dışındaki olup bitenleri, gelişmeleri çok merak ediyorlar. Belki başka bir söyleşide bu konuyu daha ayrıntılı konuşabiliriz zaman bulabilirsen.
Elif: Başka konularda da her zaman ara ara küçük sohbetler olabilir. Sürekli yazamam ama bir konu olur, o zaman bir şeyler karalayabilirim. Umuyorum ki birlikte daha güzel işlere imza atabiliriz. Çok teşekkür ediyorum.
Şule: Dayanışmamızı büyütmek umuduyla.
20 Haziran 2023
Şule: Sevgili Umudun Kadınları takipçilerimiz, ‘Arı Kovanı’ köşemizde, birçoğunuzun yakından tanıdığı, bazılarınızın da yeni tanıyacağı Elif Emir Öksüz ile beraberiz. Hoş geldin Elif. İstersen kendini tanıtarak başla.
Elif: Merhaba. Sondan başa doğru gideyim. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, Uygulamalı Psikoloji Ana Bilim Dalında Doktor Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. 2008 yılında, Hacettepe Psikoloji Bölümünden mezun oldum. Hacettepe PDR.’de yüksek lisans eğitimi yaptım. Orada doktora yaparken, Fulbright bursunu ve Milli Eğitim Bakanlığının Yurt Dışı Eğitim Bursunu kazanıp ikisinden birini tercih etmek zorunda olduğum için Milli Eğitim Bakanlığı Bursunu tercih ettim ve Amerika’ya gittim. 2012-2019 yılları arasında oradaydım. Klinik Ruh Sağlığı alanında bir daha yüksek lisans yaptım ve Psikolojik Danışman Eğitimi alanında doktoramı tamamladım. Türkiye’ye geri geldim. Evliyim, beş buçuk yaşında bir kızım var. Görme engelliyim. EEEH. Dergimiz var, uzun yıllar dergimizin editörlüğünü yaptım. Yazar olarak da bulundum. Hatta şu an yeniden yazmaya başladım. Engelli Kadın Derneği’nde sivil toplumla ilgili bazı çalışmalar yürütüyorum. Şu anda Birleşmiş Milletler’in devam eden bir projesi var. Bu projenin yürütücülüğünü yapıyorum.
Şule: Görme Engelin ne zaman oluştu?
Elif: Doğuştan ama ilkokul yıllarında bir parçacık da olsa görebiliyordum. Hiçbir zaman tahtayı göremedim ama çok büyük yazıları, renkleri görebiliyordum. Sonra büyüme ve yaşlanmaya bağlı olarak büyük yazıları okuyamamaya ve görememeye başladım. Üniversiteye başladığımda artık bunların hiçbirini yapamıyordum. Körlüğü bir kimlik olarak benimsemem üniversite yıllarıma denk geliyor. İnsan bir arafta kalınca ve önünde de bir rol model yoksa bunu bir kimlik olarak benimsemenin olasılığı biraz daha düşüyor. Üniversiteden itibaren hem kabartma yazıyı ve bağımsız hareketi geliştirmeye hem de aktivizm çalışmaları içerisinde yer almaya çalıştım. Bu yüzden de herhangi bir körler okuluna gitmemiş oldum. Benimki kaynaştırma eğitimi değildi, biraz arada kaynama eğitimiydi. Bir şekilde bir üniversiteye geçtim.
Şule: Ailenden bir destek vardı sana, bunu böyle mi anlamalıyız?
Elif: Annem ilkokul mezunu ama ben kitaplarımı okuyamadığım için o okudu, özellikle uzun olan metinleri. Üniversiteye hazırlanırken test çözmem için okuyabildiği kadar annem okurdu. İlkokul mezunu olmasına karşın çok güzel okurdu. Lise mezunu olan babamdan daha akıcı okurdu. Matematiği, sembolleri sonradan öğrendi. O konularda bana çok emek etmiştir. Babamın da katkıları var ama o hep tam zamanlı çalışıyordu. İşler daha çok annemin üzerindeydi. Güzel yazı dersi olurdu mesela. Ben kim, güzel yazı yazmak kim! Kalemi mürekkebe batırmak gibi işler… Bir şekilde ödevleri teslim etmek gerekiyordu. Annem ya da abim yazardı. Resimleri babam evde yapardı. Bunları benim yapmadığımı öğretmenim de bilirdi. Bir şekilde not vermesi gerekiyordu. Bunlardan muaf olduğum da söylenmedi. Saçma sapan bir düzen içerisinde okulu bitirdim.
Şule: Annen oldukça emektar bir kadınmış gerçekten. Kendini geliştirmiş, bir yerde seninle birlikte üniversite okumuş. Önemli olan ilkokul mezunu olması değil, ilgili bir anne ve kadın olması. Resim yapamadığını, güzel yazı yazamadığını söyledin ya, merak etme şimdi çocukların ödevlerini daha çok ana-babalar yapıyor. Biraz bağımsız hareket üzerinden gidelim. Üniversitede bağımsız hareketini nasıl kazandın? Sana kimler, nasıl destek oldu? Bağımsız hareketin ne düzeyde?
Elif: Şu an bağımsız hareket durumum gayet iyi. Yalnız nereye gitmem gerekirse giderim. Üniversitede, yüksek lisans ve doktora dönemimde yurtta kaldım. Defalarca Amerika’ya gidip geldim yalnız başıma. Beni karşılayan kimse yoktu ve Kanada’ya tek başıma gittim. Her gün işe gidip geliyorum. Bağımsız hareketim artık oturdu. Süreç şöyle gelişti: O yıllarda kendim okula gidemediğim için ilkokulda annem beni okula bırakır ve geri gelip alırdı. Okul mahalledeydi ve eve çok uzak değildi. Ortaokulda arkadaşlarım evimizin önünden geçerken beni de alırlardı, dönerken de bırakırlardı. Yürüyerek gidip gelirdik. Anadolu lisesini kazanmıştım ve lise evimize çok uzaktı. Servisle gidip geliyordum. Annem beni servise bindirir, indiğimde arkadaşlarım sırama kadar ya da okul çıkışında servise bırakırlardı. Bu yüzden servisi çok defa kaçırmışımdır. Biraz sıkıntılı bir durumdu. Üniversiteye başladığım sırada, Bursa’dan Ankara’ya taşındık. Annem benimle geliyordu. Yapacak işi olmadığı için dışarıda bir bankta oturup beni bekliyordu. Genç bir kadın için çok zordu. Arkadaşlarımla sosyalleşemiyorum. Küçük bir çocukmuşum gibi annem hep orada. Tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Üniversite 2. Sınıftayken, ekran okuyucu kullanabilmek için Altınokta Körler Derneği’nde bir bilgisayar kursuna kaydolmuştum. Babam götürüyordu. Baktım orada insanlar kendileri gelip gidiyorlar. O zamana kadar görme engelli bir bireyle temasım hiç olmamıştı. Bağış toplamak için şarkı söyleyenlerin okula geldiklerini görmüştüm. Sokakta karşılaşmıştım. Bu kadar tanıdığım kimse olmamıştı. Baktım akıllı geçiniyorum, üniversiteye gidiyorum ama çanta gibiyim, biri beni götürürse gidebiliyorum. “Demek ki yapılabiliyormuş. O zaman ben de yapayım, öğreneyim.” dedim. Yenimahalle’deki Rehabilitasyon Merkezi’ne gittim. “Ben bağımsız hareket öğrenmek istiyorum. Yatılı gelemem. Üniversiteye gidiyorum, dersler var. 6 ay kalamam.” dedim. Bana kolaylık sağladılar. Haftanın bir günü, pazartesi gidiyordum. Kayıt dışı bir öğrenci gibiydim. Kayıtlı olmadığım halde bana kapılarını açtılar. Bağımsız hareket ve kabartma yazı öğrendim.
Şule: Şimdi olsa bunu kolay kolay yapmazlar. Senin için bir şans olmuş.
Elif: Belki de evet. Son sınıfta yurda çıktım. Okul, alış-veriş gibi işleri zorunlu olarak kendimin halletmesi gerekiyor. Kullandıkça kullandıkça gelişti ve açıldık.
Şule: Engelli Kadın Derneği ile tanışmanı biraz anlatabilir misin bize?
Elif: Bu süreç de aynı dönemlere denk geliyor. Ales sınavına girecektim. Ortopedik Engelliler Okulu erişilebilir olduğu için bütün engelliler orada sınava giriyordu okuyucu isteyenler. Sınavdan çıktım. Babam, “Gel bak seni biriyle tanıştıracağım.” dedi ve beni çok sevdiğim, can dostum Deniz aydemir Döke ile tanıştırdı. O da aynı yerde sınava girmiş ve onun da anne ve babası bekliyormuş. Bizi beklerken anne babalarımız oturup arkadaş olmuşlar. “Kızlarımızın ikisi de aynı bölümde okuyor. Benzer şeyleri yapıyorlar.” Diyerek bizi tanıştırdılar. Deniz beni kadınların toplandığı bir oluşuma çağırdı. O zaman dernek henüz kurulmamıştı, sadece toplanılıyordu. Seninle de orada tanıştığımızı hatırlıyorum. Yurt dışında saat farkı, işlerimin yoğunluğu orada anne olmam gibi nedenlerle ilgilenemedim. Üç sene önce döndüm. Ufak tefek bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Şule: Orada çok güzel projeler hazırladığını biliyorum. Kadın duyarlılığı konusunu konuşalım istersen. EEEH. Dergide kadınlarla ilgili hem kendi deneyimlerini paylaştığın hem bilgilendirici çok güzel yazıların var. Kadın duyarlılığının da bir hikayesi olur, tamam kadınız ama. Bu duyarlılık acaba nereden geldi sana?
Elif: Sen sorunca düşündüm bunu. Bu konuyu daha önce hiç düşünmediğimi fark ettim. Küçüklüğümden beri eşitliği çok önemserdim. Biz evde bir kız, bir oğlan çocuğuz. Abim var. Sorardım “O bunu yapıyorsa ben neden yapamıyorum” diye. Annemin üç oğlan kardeşi var. Annem onların okula gönderildiği halde neden kendisinin gönderilmediğini anlatırdı. Bunlar bana çok küçükken bile çok ters gelen durumlardı. Hiçbir zaman kafamda oturtamadığım, nasıl olur diye düşündüğüm şeylerdi. Birtakım eşitsizlikler hep gözüme batardı. Çıkaramadım, belki bunların üzerinde biraz düşünmem lazım.
Şule: Sorularımızla seni terlettik sanırım. EEEH. Dergi ile ilgili konuşalım biraz da. Oraya da tanıdık arkadaşların seni çağırdı sanırım. Bu oluşumda bayağı hizmetin oldu.
Elif: Ben Amerika’ya gittikten sonra NFB. National Federation off the Blind var ya, onlarla haşır neşir olmaya başladım. Şehre ve ülkeye adaptasyon aracım gibiydi biraz da. Önemli bir destek mekanizmasıydı. Zaman içinde onların ‘Braille Monitor’ adlı bir dergilerinin olduğunu keşfettim. Başka bir organizasyonun ‘Access World’ (Dünyaya Eriş) adlı teknoloji temelli bir dergilerinin olduğunu gördüm. “Neden bizim kolay okuyup her konuda yazabileceğimiz digital bir dergimiz yok?” diye düşündüm. İnsanları arayıp onları tetiklediğim bir durum oldu. Bu fikri ortaya atınca, nasıl yapabileceğimizi düşündük. ‘Adı ne olsun, kimler olur?’ sorularıyla başladık. Deniz Aydemir Döke, Engin Yılmaz, Canan Çam, Burak Sarı vardı. Adlarını saymayı unuttuklarım beni affetsinler. 112. Sayımız çıktı. Aralıksız sürüyor. Çok da gurur duyduğum bir proje bu. 2017 yılından beri dergide yoktum üstelik.
Şule: Senin öncülük ettiğini öğrenmiş olduk. Gerçekten bizim dergimiz gibi gönüllü olarak bir emek veriliyor. Biz de derginizden çok yararlanıyoruz. Amerika ve Türkiye’yi engellilik ve kadın meselesi açısından karşılaştırdığımızda bakış açısındaki farklar neler? Mutlaka evrensel boyutları da vardır.
Elif: Amerika, engelli hakları bakımından bizden epey ileride. Verilmeyen haklarınızı takip edebilme ve talep etme fırsatınız var. Bir okul, üniversite, iş yeri size erişilebilirlik sağlamıyorsa, siz bunu talep edebilir ve vermezlerse dava edebilirsiniz. Bu, işlerin yolunda olmasını sağlıyor. Kadın hakları, Avrupa’daki gibi aman aman cinsiyet eşitliğinin şahane olduğu bir yer değil. Bizden bir tık daha iyi olabilir. Bunların birleşimiyle engellilik anlamında, erişilebilirlik anlamında işler biraz daha kolay oluyordu. Mesela, en sevdiğim şey, çoğunlukla engelli tuvaletleri cinsiyetsiz değil. Kadın ve erkek tuvaletinin içerisinde daha geniş bir kabin olarak yer alıyor. Mağazalarda kadın ve erkek kıyafet deneme kabinlerinde, tekerlekli sandalyenin girebileceği bir kabin yer alıyor. Bunlar günlük hayatı kolaylaştıracak küçük ve güzel uygulamalardı. Ben Amerika’da yabancı ve hamile bir kadın olarak tek başıma yüzmeye gidiyordum. Ağrılarımın azalması için haftada iki-üç kez yüzmem gerekiyordu. Kendi ülkemde yalnız başıma yüzmeye gidemiyorum. Ya ulaşım uygun değil ya sorumluluğumuzu alamayacaklarını, biriyle birlikte gelirsek bizi kabul edebileceklerini söylüyorlar. Orada günlük yaşam daha az stresliydi. Haklar anlamında çok eksiğimiz olduğu için bizdeki engelli mücadelesi çok ateşli, dinamik, başarılı, becerikli ve çok güçlü. Gençlerimiz teknoloji ve yasalarla çok haşır neşir. Bu kadar imkansızlığa rağmen bunları yapıyoruz. Orada kitapların sana veriliyor. Her zaman mükemmel olmasa da bizden çok daha kolay. Biz her şeyi kendimiz yapıyoruz. Kitabı alıp fotokopiciye götürmek, taratmak. Eskiden pdf formatı bulmak bu kadar kolay değildi. Program kurma, kaldırma. Bu kadar imkansızlıklar karşısında hırslıysak, biraz daha fazla imkanlarımız olsa neler yapmayız! Bu kadar imkansızlığa rağmen harikalar yaratıyoruz.
Şule: Ülkemizde bayağı geri bir anlayış var. Bunlara karşı birlik olarak mücadele etmek gerekiyor. Dinamikler farklı ama her ülkenin kendine göre dezavantajları ve avantajları var senin de anlattığın gibi. Belki bu, başka bir söyleşinin konusu olabilir. Amerika’da evlendiğini söyledin. Bir yazını okumuştum, ‘O da mı görme engelli?” diyorlarmış eşin için. Eşin yabancı mı sorusuyla başlayayım ben de. Özellikle engelli kadınların engelsizlerle evlenmelerini çok önemsiyorum. Erkekler bunları göğüslerini gere gere anlatıyorlar. Kadınların bu durumları daha az olduğu için bunu vurgulamakta yarar gördüm. Ne dersin bilmiyorum?
Elif: Konuşalım tabii. Eşim yabancı değil. Amerika’ya gideceğimiz kesinleşince, gitmeden iki ay önce evlendik. “Onun nesi var?” diye soranlara, Kürt ve hiçbir engeli yok, saçı var diye cevap verebiliriz. Bu benim için bir başarı, sınıf atlama, statü göstergesi değil. Gönlüm onu sevdi, onun gönlü de beni sevdi.
Şule: Eşin ne iş yapıyor?
Elif: Genetik ve Moleküler Biyoloji mezunu. Bir kamu kurumunda uzman yardımcısı olarak çalışıyor. Karşı tarafın eğitim açısından düşük profilli olması beklenir bir telafi mekanizması olarak. Eşim sosyal önyargılara çok takılan bir insan değil. O yüzden beni bir yardım objesi olarak görme yerine, bir kadın olarak gördü ve ilişkimiz başladı.
Şule: Aile bağları da çok iyi galiba çünkü ailelerde de o tutuculuk çok oluyor. Ben bunu bir statü olarak görmemiştim zaten senin açından. Kadınlara karşı bir ayrımcılık var. Birkaç örnekle bunu en aza indirgemeye çalışmıştım. Hep sorarlar ya, ‘Aile baskı yaptı mı, sıkıntı çıkardılar mı?’ diye.
Elif: Ben kayınvalide ve kayınpederimi takdir ederim. Engellilikle ilgili hiçbir bilgim ve tanıdığım olmasa ve çocuğum bana gelse, acaba ben ne derdim? Şimdi boş boş konuşmak doğru olmaz. Bana yansıyan bir olumsuzluk olmadı. İlk başlarda, “Oğlum emin misin?” diye sordular. Ben olsam, aynı soruyu sorardım.
Şule: Bu sorunun engellilikle bir ilgisi yok. Çok gerçekçi bir soru. Gerçek anlamda engeli kabullenmeyecekse, bunu bir sorun olarak görecekse, hiçbir anlamı yok.
Elif: Onlarla tanışmadan önce çok tedirgindim. Nasıl tepki vereceklerini, ne olacağını, bana nasıl davranacaklarını merak ediyordum. 11 yıllık evliyiz, bugüne kadar hiçbir problemimiz olmadı. Çok hoş sohbet, çok nazik ve çok iyi insanlardır. Başka bir şehirde yaşadıkları için çok sık görüşemiyoruz. Birbirimizi görmek isteriz ve severiz. Geçen bayram tatilinde eşime ben onlara gitmek istediğimi söyledim. Bu açıdan çok şanslıyım. Beni, tanıdıklarından hiçbir zaman saklamadılar. Kendi şehirlerinde görece tanınan bir aileler. Bana hiçbir zaman demediler, “Aman kızım bastonunu kapat, kimse böyle görmesin, oraya buraya yazı yazma, sen artık bizim soyadımızı taşıyorsun” çok sıradan davrandılar. İsteme, nişan, düğün doğal bir biçimde oldu.
Şule: Sen bir şeyi doğal karşılayınca, çevre de çok daha doğal karşılıyor. ‘Onun nesi var?’ sorusunu bir kez sorarlar, ikinciye cesaret edemezler. Çocukların da kabullenmeleri öyledir. Doğal sorar ve yetişkinlerden daha çabuk öğrenirler. Buradan biraz da akademisyenlik meselesine gelelim. Psikoloji mesleğini isteyerek mi seçtin? Hayalin akademisyen mi olmaktı?
Elif: Tek tercihim psikolojiydi. Hukuk olabilir diye düşünüldü. Bir yönlendirme vardı ama kalkıp ta fiziğe yönlendirmiyorlardı sonuçta. Psikolojiyi çok severek okudum, çok severek de yapıyorum, şikâyetçi değilim. Ekonomiyle çok ilgiliyim. Belki şu anki becerilerim olsaydı ve Türkiye’deki imkânlar daha iyi olsaydı, yönlendirilseydim, iktisat okuyabilirdim. İyi bir puanım vardı. O zaman ne iş yapardım, iyi bir iş bulabilir miydim? Bilmiyorum. Gazetecilik yapar mıydım? Hukuk okumadım. Bireyci düşünüyordum. Bir sistemin parçası olmaktansa, bir bireye müdahale edip onun iyilik haline katkıda bulunmak, bana o zaman daha kolay gelmişti. Yüz yüze ilişki, klinik psikoloji düşünmüştüm. Psikolojinin alt alanlarını çok iyi bilmiyordum. Çok esnek bir alan. İlgilerim doğrultusunda çalışmalarımı şekillendirebileceğim bir alan. Akademinin ne olduğunu bilmediğim için hiç aklımda yoktu. Geniş ailemizde sadece bir tane üniversite mezunu var, o da yılda birkaç kez gördüğüm bir insan. Üniversiteye başladığım zaman, bütünleme ve finalin anlamını bilmiyordum. Okumak bana tatlı geldi. Tam lisansın sonuna doğru yurda çıktım, bağımsız hareket. Yurt içinde yüksek lisansa devam edersem diye, Tübitak bursunu kazanmıştım. Yüksek lisans yapmalıyım diye düşündüm. Yüksek lisansta yurt dışına gitmek istedim. Orada şartlar, eğitim daha iyiydi, önyargılar daha azdı. Çeşitli burslara başvurdum. Amacım okumaktı, ille de akademisyen olmak değildi. Milli Eğitim Bakanlığı bursunun gereği, yurt dışında kaldığın sürenin iki katı zorunlu hizmet vermek. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi zorunlu hizmet yerim. Doktora yıllarından beri araştırma yapmayı, ders vermeyi, öğrencilerle ilgilenmeyi çok sevdiğimi fark ettim. Amerika’da da ders verdim. Derse hazırlanırken, sanki benim için bir sahne performansı hazırlamak, sahnede olmak gibi bir şey. Öğrenciler keyifli ders işlemeye katkıda bulunurlarsa, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Halimden çok memnunum.
Şule: O zaman bundan sonra da böyle devam edeceksin gibi görünüyor. Başka bir hayalin var mı?
Elif: Bir süre böyle devam edecek. Zaten 11 yıl zorunlu hizmetim var. Akademinin de biraz bunaltan yanları var. Sınıf mevcudu 140, eğitim online olduğunda, devam zorunluluğu olmadığında, hiçbir öğrenci derse katılmadığında, bir dönemde 6-7 dersim olduğunda tükeniyorum artık. Bunu ne kadar devam ettirebilirim bilmiyorum. Gören bir insana göre çok aşırı yoğunum. Görmediğim için bazı şeyleri yapmam çok uzun zaman alıyor. Bilgisayar başında çok zaman harcıyorum. Bu, beni çok yıpratıyor. Bu şartlar altında ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum. Bakalım göreceğiz.
Şule: Bu kadar çok kimlik, çok yönlülük olunca, yazarlık, annelik, akademisyen olmak, kadın mücadelesine katkıda bulunmak… Sayınca bile insana çok yoğun geliyor. Peki dergimizin çıktığını duyduğunu söylemiştin ama henüz değerlendirmeye fırsatın olmadı galiba.
Elif: Dürüst olmak gerekirse, olmadı. Bu konuşmadan sonra, dönem de yeni bittiği için bir parça nefes alabilirsem, Temmuz ayında bakacağım.
Şule: Biz de deneyimlerinden yararlanmak isteriz. Yazarımız olmaya zamanının olmadığını konuşmuştuk. Yorumların, eleştirilerin bizim için çok kıymetli olur. Biz dergi olarak bu şekilde büyüyüp gelişmek istiyoruz. Daha pek çok konuda sohbet edilebilir, çok teşekkür ediyorum. Gerçek bir arı kovanısın. Birçok yönünle oradan oraya çalışkan arılar gibi sürekli üreten bir kadınsın, bizim için de bir gurur kaynağısın.
Elif: Bu kadar güzel kadının elinin değdiği bir şeyin güzel olmayacağına hiç inanmıyorum. Tabii ki merak ediyorum, en kısa zamanda bakacağım. Eminim ki çok güzel işler çıkıyor. Bu tarz oluşumları çok önemsiyorum. Bizim sesimizi duyurabilmemiz, kendimizi ifade edebilmemiz için bunların daha çok olması ve daha çok kişiye ulaşması şahane bir şey. İyi ki böyle bir şeyi yapıyorsunuz, emeğinize sağlık. Umarım uzun soluklu olur.
Şule: Biz de öyle olmasını umuyoruz. Şunu da söyleseydim iyi olurdu diye düşündüğün bir mesajın varsa onu da alalım. Hep ben sordum ama belki sen başka bir konudan söz etmek istersin.
Elif: Bu mesajı ben EEEH. Dergide de yazmıştım. Kendini genç hissedenlere ve özellikle gençlere seslenmek istiyorum. Kendinizden her şeyi bekleyin. Kendinizden beklentiyi asla düşürmeyin. “Ben engelliyim, bu kadarını da yapsam yeterli olur, ben bunu yapamam ki” demeyin. Belki beyin cerrahı olamayız ama birçok şeyi yapabiliriz. Birçok şeyi herkes kadar yapmaya hakkım var, herkes kadar buna layığım şeklinde düşünün. Kendinizi iyi yerlere layık görün.
Şule: Gerçekten çok güzel bir mesaj. Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, bu kadar çok yönlü, enerjik ve dinamik bir arkadaşımızla tanışmış oldunuz. Elif ile uzun zamandır bir araya gelip konuşmamıştık. Dergimiz buna aracı oldu. Çok mutlu oldum. Verdiğin güzel mesajlara ve sana çok teşekkür ediyoruz. Dergimiz izleyenleri, yurt dışındaki olup bitenleri, gelişmeleri çok merak ediyorlar. Belki başka bir söyleşide bu konuyu daha ayrıntılı konuşabiliriz zaman bulabilirsen.
Elif: Başka konularda da her zaman ara ara küçük sohbetler olabilir. Sürekli yazamam ama bir konu olur, o zaman bir şeyler karalayabilirim. Umuyorum ki birlikte daha güzel işlere imza atabiliriz. Çok teşekkür ediyorum.
Şule: Dayanışmamızı büyütmek umuduyla.
20 Haziran 2023
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.