SÖYLEŞİYİ YAPANLAR: Aynur Yurtseven, Emine Kamçı
Sevgili takipçilerimiz;
Dergimizin bu ayki Arıkovanı köşesinde bir konuğumuz var. Fatma Işık Kaya.
Emine: Evet Işık hoş geldin diyoruz öncelikle.
Işık: Hoş bulduk; merhaba.
Emine: Acaba bize kendini anlatabilir misin? Tanıtabilir misin birazcık?
Işık: Tabi. 62 yılında İzmir'in Tire ilçesinde dünyaya geldim. Akraba evliliği nedeniyle tavukkarası yani retinitis Pigmentoza beniden bir göz rahatsızlığım var; zamanla ilerledi, şimdi tamamen körüm. Körler okulunda hiç okumadım. Lise birinci sınıftan terk maalesef. O da sanat uğruna tabii. Orada hata yaptığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Babam jandarma astsubayıydı; şimdi emekli. Dolayısıyla çok yerler gezdik. Benim sıla kavramım olmadı hiç. Herkesin okul arkadaşları vardır, mahalle arkadaşları vardır; hala görüşürler. Sık sık yer değiştirdiğimiz için bende böyle bir kavram olmadı. İlkokulu üçüncü sınıfına kadar normal okullarda okudum. Ben körler okulunda okumadım. İlkokul üçe kadar Ankara'da, ondan sonra İzmir’de lise birinci sınıfa kadar okudum. İlkokul dördüncü sınıfta babamın aldığı mandolinle müziğe başladım. Beni babam teşvik etti. ”Bir müzik aleti çalarsan toplumda yerin olur,” dedi. ben öylelikle başladım. Ondan sonra biraz ilerletince melodika istedim. Lise birinci sınıfta müzik aleti olarak blok flüt zorunluydu. Zaten bende müzik merakı çok fazla. Flütten piyanoya kadar her türlü müzik aletini seviyorum. Okuldan ayrıldıktan sonra bir yıl kadar rahmetli ali Ulvi Baradan’dan ut dersleri aldım. Türk Sanat Musikisine ilgi duyanlar, onu “Yemeni bağlamış telli başına,” adlı şarkıyla iyi tanırlar. Aynı zamanda Hüseyin Baradan’ın abisi, Uğur Dündar'ın eşi Yasemin Baradan’ın dedesi; seramik sanatçısı ümran Baradan’ın babası. Altı ay kadar ders aldım ve bir yıl sonra hocamı kaybettim. Mandolinden de ders aldığım için kendi kendime bir şeyler yapmaya çalıştım. Musiki derneklerine devam ettim. Babam çok taşıdı beni. Tek idealim, Türk sanat Müziğinde ilerlemekti radyo sanatçısı olmaktı ama maalesef körleri hiç sevmediklerini fark ettim ben. Hiçbir hocamdan destek görmedim. Torpil yapıldığını fark ettim.
Aynur: Kimler sevmiyordu körleri, onu biraz açabilir misin?
Işık: Türk sanat musikisi sanatçıları, radyo sanatçıları. Şimdiki aklım olsaydı Halk musikisini seçerdim.
Aynur: Bir farkındalık bakımından anlamadım neden sevmiyorları biraz açar mısın?
Işık: Bilmiyorum ki; bizi yakıştıramıyorlar oralara herhalde. Bir besteci, şimdi rahmetli oldu: bir arkadaşımıza, “Sen neden geldin? Biz görmeyenleri sınava almıyoruz,” demiş. Çok tanınmış bir besteci. Hatta hasbelkader TRT’ye giren görme engelliler de sonradan girmek isteyenleri almamak için ellerinden geleni yapıyorlarmış.
Emine: Görenlerin görmeyenleri istememesini anlayabiliyorum. Aslında bunu da anlamıyorum; olmaması gereken bir şey ama görmeyenlerin görmeyenleri istememesi çok ilginç.
Işık: Nasıl ki bir kadın başka bir kadını çekemiyorsa bu da böyle bir şey işte.
Emine: Aslında bencillik bu.
Işık: Bencillik tabii, ben bunu hiç yadırgamıyorum. Sonuç olarak almadılar. “solo okurken yardım gerekecek; notayı nasıl okuyacak? ”gibi düşünüyorlardı kendi kendilerine. Herhalde yük olacaklar kaygısından böyle davranıyorlardı. Bu arada halk müziği sanatçılarının bu yönden daha iyi olduğunu fark ettim. Ben daha önceleri, açık söylemek gerekirse, bağlama çalanları görünce aklıma ayak kokulu, ter kokulu, sarımsak kokulu tipler gelirdi hep. Böyle bir saçmalığım vardı o günlerde. Ama sonraları onların daha insan olduklarını anladım. Şimdiki aklım olsaydı doğrudan bağlamaya başlar, halk müziğine yönelirdim. Başkası olsa müzikten kopardı, ben kopmadım; fazla işe yaramadıysa da beste çalışmalarına başladım. Bilgisayarda kalsalar da beste çalışmalarım var.
Aynur: neden öyle dedin?
Işık: Bir işe yaramıyor; bestelerimi tanıtamıyorum. Bilgisayarımda öylece duruyorlar işte. facebook ortamında Rana Şimşek adında ressam bir arkadaşım var; onlara video yapıyor. Kendi resimlerimi, başka fotoğraflar alıp sayfamda paylaşıyorum.
Emine: demek ki tamamen işe yaramıyor, diyemeyiz.
Işık: Fakat çok az kişi dinliyor. Bazen paylaşılanlar bile dinlenmiyor. Artık çok da umurumda değil. Geçmişte çok çok acısını çektim, üzüldüm. TRT’ye gireceğim diye başka bir işe giremedim.
Aynur: Şöyle bir şey yapsak; biz el ele versek tekrar senin tanınmanı sağlasak.
Işık: O nasıl olacak? Pek umudum yok ya, keşke olsa…
Aynur: Umudun kadınlarıyız ya.
Işık: bir ara görmeyenler için Kızılay bünyesinde ritim kursu açılmıştı; Grup Lâçin’in bateristinden dersler almıştık. Gaziemir’e taşınınca da Grup Mecaz’ın ritim sanatçısı Neşat Kutas’la bir yıl kadar çalıştım.
Onunla çalışmaktan çok mutluydum ama Yüksek Lisans için Fransa’ya gitmesiyle bu çalışma da son buldu. Ayrıca orada evlenip çoluk çocuğa da karışmıştı. Onun yeri benim için bambaşkaydı.
Daha sonra yine bağlama kursuna devam ettim. Bir de resim maceram oldu. Dünyaca ünlü, doğuştan kör olan ressam Eşref Armağan’dan sonra ikinci görmeyen resim yapan benim. Kendisini çok severim; onu ustam, hocam olarak görürüm.
Aynur: Resim yaparken hangi konuları işliyorsun; nelerden etkileniyorsun?
Işık: Ben hayvan resimleri yapmayı seviyorum. Manzara resimleri yapmayı seviyorum. Gözümün gördüğü zamanlarda iyi bildiğim
İçin onları yapmayı çok seviyorum. Ağaçlar çiziyorum. Yalnızca yeşil var sanırdım; oysa doğada çok renk varmış. Renkleri karıştırarak resim yapıyorum. En çok renklerimi beğeniyorlar. Resimlerimi bir Fransız ressamınkine benzetiyorlardı. Eşref hocamı tanımam da 1989’da oldu. Babam o yıllarda Hürriyet Gazetesi alırdı. “bak, Eşref Armağan adında görmeyen biri resim yapıyor!” dedi.
Emine: Işık, bir şey sormak istiyorum. Ben biliyorum ama bilmeyenler için resim yapma şeklini anlatır mısın?
Başkaları kalemlerle yazıp çiziyorlar ama senin yöntemin biraz farklı.
Işık: Ben, resim kâğıtlarını bitmiş tükenmezlerle önce bastırarak iz bırakacak şekilde çiziyorum sonra çeşitli boyalarla içini boyuyorum. İlk pastel boyalarla başladım. Kuru boya, Sulu boya, guaj boyalarla sürdürdüm. Hemen hemen her boyayı denedim. İnsan resimleri yaparken kendi yüzüme dokunuyorum. Genelde olduğunu söylüyorlar.
2018 yılında resim sergim için İstanbul’a gittiğimde Kazım Karabekir’in kızı olan Timsal Hanımefendi‘nin yanında bir hafta kaldım. O bir hafta gerçekten çok güzel geçti. Profesyonel ressamlar geldi. Güzel dönüşler aldım. Facebook ’da paylaşımlar yapıyorum. Sertifikaların var.
Aynur: Bitmiş tükenmezlerle çiziyorum, dedin; kendi kendine mi buldun, bunu biraz açar mısın?
Işık: Evet, kendim buldum. Yeni resim yapmaya başladığımda biraz görüyordum; fakat görüş alanım çok dardı. Bir kartpostal gibi küçük resimlerdi. Masa lambası kullanıyordum. Bir gün markette anneme, tükenmez almasını söyledim. Kullanmaya başladığımda kâğıda izler çıkarttığını fark ettim ve masa lambasını bıraktım, görmeye çalışmayı bıraktım; tamamen el yordamıyla bitmiş tükenmez kalemleri de kullanarak devam ettim. Bu yöntemi keşfettikten sonra çok rahat ettim. Bu zamana dek manzara resimleri yaparken daha sonra başka değişik şeyler de çizmeye, boyamaya başladım. Bir de cam görünümlü masa muşambalarının üzerinde denedim çalışmalarımı. Gayet iyi oldu iz çıkması bakımından. Bunun üzerinde kabartma yazılan kâğıtlarla çizim yapmak da kolay oluyor. Diğer resim yapan görme engelliler de aynı şeyi deneyebilirler.
Aynur: Bu çalışmaların ekonomik anlamda sana bir katkı sundu mu?
Işık: Hayır, sadece bir iki tane sergimde satıldı; bir de internetten aldılar.
Aynur: Bunu sürdürülür bir hale neden getirmedin? Ekonomik olarak devamını sağlamak için ne yapmak gerek?
Işık: Bilmiyorum; facebook ’ta paylaşımlar yapıyorum, ilgilenen olursa alıyorlar. Emine: Işık ‘çığım, bize yazılarından da söz eder misin?
Işık: Kendi çapımda yazılarım var. Edebiyatçı değilim; en zor da yazmakmış bunu anladım.
Aynur: Yazılarını yazarken hangi duygularını biriktirdin, seni neler körükledi?
Işık: Daha ziyade başımdan geçenleri yazıyorum. Bir tane hikâye denemem oldu; konusu pek beğenilmedi. Çok basit bulundu. Bu beni çok etkiledi. Hala etki altında kalabiliyorum. Bu eleştiri çok saygı duyduğum birinden geldi. Artık öykü yazmaya cesaret edemem sanırım. Manzumelerim var. Şiir diyemem asla. Bir kitabım çıktı; “dünyayı Fatmalar Kurtaracak” diye. Fatma adını bir türlü benimseyememiştim ama o kadar Fatma vardı ki. Bununla ilgili bir yazı yazmıştım; kitap çıkarmaya karar verince editör de kitabın adı ‘Dünyayı Fatma’lar Kurtaracak!’ olsun, dedi
Kitabımın kapak resmi için halay çeken kalemler yapmıştım. Kırmızı, mavi ve yeşil boya kalemi, iki baştakilerde birer mendil olmak üzere halay çekiyorlardı. Bir tane turuncu kalem amuda kalkmış, bir tane mor kalem de ağacın altında, yeşillikler içinde def çalıyor.
Emine: Bu anlattıklarından hayal gücünün de çok geniş olduğunu anlıyoruz.
Işık: Aslında dört kaleme halay çektirecektim ama kalemin biri sığmayınca ben de onu altta kalan boşlukta amuda kaldırttım.
Aynur: Peki yarışmalara katıldın mı?
Işık: Evet, sanal yarışmalara katıldım. Facebook ortamında. İki altın, bir bronz sertifikam ve jüri özel ödüllerim var. Bir de şiir yarışmasına katıldım. İyi sonuç beklemiyorum. Çünkü jüride Ataol Behramoğlu var.
El işleri de yapıyorum. Duş lifleri, takılar, Onlardan epeyce sattıklarım oldu. Patikler, bebek yelekleri, ceketleri yapıyorum. Benim hayatım böyle işte.
Aynur: Bir kadın bir engelli bir insan olarak Bu güne kadar neler yaşadın, bize anlatabilir misin?
Işık: Bu ülkede sizler bir engelli, kadın olarak ne yaşadıysanız ben de onları yaşadım. Pek çok kişiye göre sanat konusunda babamın desteğini gördüğüm için şanslıyım; Fakat bunların dışında, tutuculuk da oluyor aile içinde. “Ona dikkat et, buna dikkat et, onu yapma, bunu giyme! gibi.
Aynur: Topluma karıştığında dışarıda karşılaştıklarından söz edebilir misin?
Işık: Şöyle söyleyeyim, ben diğer arkadaşların uğradığı talihsizliklere uğramadım. Bana, “Sen az çıktığın için böyle, diyorlar. Onlara dedikleri gibi bana bir kere “Sen neden tek başına sokağa çıktın?” demediler. Yalnızca bir kez ona benzer bir şeyi küçük bir çocuk sormuştu. Onun dışında abla, teyze, hanımefendi gibi hitaplar gördüm. Şoförler de saygılıydı bana karşı diğer insanlardan da. Kibar bir şekilde yer gösteriyorlardı. Eskiden yardım etmek için elimizdeki naylon torbadan ya da bastonumuzun ucundan tutarak götürmeye çalışıyorlardı veya izinsiz kolumuza giriyorlardı. Şimdilerde bu pek kalmadı İzmir’de diyebilirim. Artık izin isteyerek “size yardım edebilir miyim ya da yardıma ihtiyacınız var mı?” gibi sorular soruyorlar
Aynur: Yani şimdilerde rahatsın öyle mi?
Işık: Evet rahatım ama artık kendime güvendiğim için. Eskiden böyle olmadığımdan daha çok acıyorlardı. Zaten ben de o zamanlar kendime acıdığım oluyordu. Böyle olunca da insanların acımasını yadırgamamak gerek.
Eskiden beri makyaj yapmayı severim. Ancak önceleri ailem makyaj yapmama hep karşı çıkıyorlardı. Şimdi de sevmiyorlar ama en azından karışmıyorlar artık. Dediğim gibi şimdi her bakımdan daha rahatım daha özgüvenliyim. Arkadaşlarım tarafından ‘süslü’ diye de bilinirim.
Aynur: Geleceğe yönelik başka hayallerin var mı?
Işık: Hayal kurmuyorum; her şeyi akışına bıraktım.
Geçmişte çok hayal kurdum, çok acı çektim. Bu yüzden hayal kurmaktan vazgeçtim. Kitabım çıktı ve ben imza günü bile yapamadım. Nasıl yapılır onu da bilmiyorum.
Aynur: Hiç destek almayı düşündünüz mü?
Işık: Kimden nasıl destek alacağımı da bilmiyorum. Kitabımı bastırırken kuralları şu oldu: Basımdan para almıyorlar, ben kitabımı alırken para ödüyorum.
İstanbul’da bir vakıf kuruldu. Sanata engel yok! Vakfı. Resim yapan seramikle uğraşan bir genç kızımız var. Aynı zamanda psikolog. Bu arkadaşı derneklerle tanıştırmak istedim. Oranın vakıf olduğunu ve vakfı kuranın da benim arkadaşım olduğunu o zaman öğrendim. Engelli deniyorsa bütün hepsini kapsaması gerekiyor bana göre. Hiçbir yerden destek görmedim. Müzikte ne gördüm ki resimde de göreyim.
Daha önce de söylediğim gibi Yapabildiği her konuda babam destek oluyor bana. Umarım bundan sonra arkadan gelecek gençlerimiz benim yakalayamadığım fırsatları onlar yakalar ve benim çektiğim sıkıntıları çekmezler.
Emine: Kitabında neleri işliyorsun?
Işık: Benim yazılarıma deneme dediler. Başımdan geçen olayları yazıyorum. Örneğin, Kör Hikayeleri var. Bazı arkadaşlarım bilir bunu.
Emine: Ben de yazılarını biliyorum. Özgün bir anlatımın var. Sevimli, alaycı, dahası bir mizah var.
Işık: Ne yazarsam yazayım, edebi kaygısı taşımadan içimden geldiği gibi yazarım. Gerek resim yaparken gerek müzik yaparken de herhangi bir kaygı taşımam ve içimden geldiği gibi davranırım Tersini yapsaydım ne resim ne de beste yapabilirdim. Bir türkü vardır: ”Oğlan nişlesin, bildiğini işlesin. Kız ne işlesin, gergef işlesin!” ben de bildiğimi işliyorum.
Aynur: Daha önce sözünü etmiş olduğun bitmiş tükenmez kalemle resim çizme yöntemin beni çok etkiledi ve ilgimi çekti. Peki, bu yöntemi kullanarak görmeyen çocuklara acaba kurs verebilir misin?
Işık: Aslında çok isterim. Hatta 2018 yılında körler okulunda resimle ilgili bir etkinliğim olmuştu. Çok az sayıda da olsa bir kaç öğrenci bu yanımla ilgilenmişti ama “kör hiç resim yapabilir mi?” diyerek kısa zamanda sıkılıp çil yavrusu gibi dağılmışlardı.
Aynur: Bir yerel yönetim bünyesinde acaba bir kurs açılır mı diye düşünmüştüm yalnızca.
Işık: Olabilir aslında; rehabilitasyonda Yusufcan adında bir oğlumuz var ama ona da derdimi anlatamadım bir türlü. Oradaki hocalara kabartma yazıyla çizgi çizdirip ortalarını boyuyor. Oğlum, bu boyama kitabı oluyor, resim yapmak değil.” Dedim. Ben şimdi bunu yapayım, sonra resim yapmaya alışırım.” Dedi. Ben ve birkaç arkadaşım bunu yapıyorsa resme ilgi duyan herkes yapabilir. “Bütün körler hafız olur, bütün körler müzisyen olur!” Yok, böyle bir şey. Yetenekleri varsa ilgi duydukları her şeyi yapabilirler. Bir başka yöntemi de Eşref hocam uyguluyor. Yorgan ipliklerini tuale yapıştırıp içini boyuyor. Eşref Armağan hocamı örnek aldığım için kendimle gurur duyuyorum.
Emine: Son olarak arkadan gelecek kişilere ne söylemek, istersin?
Işık: Kim olursa olsun, engelli de olsa kendine güvenip yaşamaya devam edecek. Hani Bulutsuzluk özlemi grubunun bir şarkısı var ya: “Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun;” diye. Bunaldığım zamanlarda hep o şarkıyı düşündüm. Görme engelimizi kabulleneceğiz, kendimize güvenip sorunlarımızı aşmaya çalışacağız.
Kendimize güvenmek derken bir gün vatandaşın biri çocuk okşar gibi gelip yüzümü okşayınca, “Neden yüzümü okşuyorsunuz? Farkında değilsiniz ama bakın makyajımı bozuyorsunuz.” Dedim. Bunun üzerine, benden özür dilemek zorunda kaldı. Zaten bu tür şeyleri beynini iyi kullanamayan, iyi düşünemeyen insanlar yapıyor. Ben, eskiye göre toplumumuzun daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir de kim olursak olalım, engelli ya da engelsiz, kılığımıza kıyafetimize dikkat edersek bakımlı olursak daha çok kabul görürüz.
Emine: Evet Işık, Çok iyi, değerli bilgiler paylaştık, bu söyleşiden büyük keyif aldık.
Işık: Ben de sizlerle olmaktan mutluluk duydum. Bu sayede Aynur Hanımı tanıdım.
Aynur: Ben de çok teşekkür ediyorum.
Anlattıklarından çok etkilendim. Bize çok şey kattın.
Işık: Beni konuk ettiğiniz için çok teşekkürler.
Emine: Sen de dergimize konuk olduğun için biz de sana tekrar teşekkür ediyoruz.
Sevgili takipçilerimiz;
Dergimizin bu ayki Arıkovanı köşesinde bir konuğumuz var. Fatma Işık Kaya.
Emine: Evet Işık hoş geldin diyoruz öncelikle.
Işık: Hoş bulduk; merhaba.
Emine: Acaba bize kendini anlatabilir misin? Tanıtabilir misin birazcık?
Işık: Tabi. 62 yılında İzmir'in Tire ilçesinde dünyaya geldim. Akraba evliliği nedeniyle tavukkarası yani retinitis Pigmentoza beniden bir göz rahatsızlığım var; zamanla ilerledi, şimdi tamamen körüm. Körler okulunda hiç okumadım. Lise birinci sınıftan terk maalesef. O da sanat uğruna tabii. Orada hata yaptığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Babam jandarma astsubayıydı; şimdi emekli. Dolayısıyla çok yerler gezdik. Benim sıla kavramım olmadı hiç. Herkesin okul arkadaşları vardır, mahalle arkadaşları vardır; hala görüşürler. Sık sık yer değiştirdiğimiz için bende böyle bir kavram olmadı. İlkokulu üçüncü sınıfına kadar normal okullarda okudum. Ben körler okulunda okumadım. İlkokul üçe kadar Ankara'da, ondan sonra İzmir’de lise birinci sınıfa kadar okudum. İlkokul dördüncü sınıfta babamın aldığı mandolinle müziğe başladım. Beni babam teşvik etti. ”Bir müzik aleti çalarsan toplumda yerin olur,” dedi. ben öylelikle başladım. Ondan sonra biraz ilerletince melodika istedim. Lise birinci sınıfta müzik aleti olarak blok flüt zorunluydu. Zaten bende müzik merakı çok fazla. Flütten piyanoya kadar her türlü müzik aletini seviyorum. Okuldan ayrıldıktan sonra bir yıl kadar rahmetli ali Ulvi Baradan’dan ut dersleri aldım. Türk Sanat Musikisine ilgi duyanlar, onu “Yemeni bağlamış telli başına,” adlı şarkıyla iyi tanırlar. Aynı zamanda Hüseyin Baradan’ın abisi, Uğur Dündar'ın eşi Yasemin Baradan’ın dedesi; seramik sanatçısı ümran Baradan’ın babası. Altı ay kadar ders aldım ve bir yıl sonra hocamı kaybettim. Mandolinden de ders aldığım için kendi kendime bir şeyler yapmaya çalıştım. Musiki derneklerine devam ettim. Babam çok taşıdı beni. Tek idealim, Türk sanat Müziğinde ilerlemekti radyo sanatçısı olmaktı ama maalesef körleri hiç sevmediklerini fark ettim ben. Hiçbir hocamdan destek görmedim. Torpil yapıldığını fark ettim.
Aynur: Kimler sevmiyordu körleri, onu biraz açabilir misin?
Işık: Türk sanat musikisi sanatçıları, radyo sanatçıları. Şimdiki aklım olsaydı Halk musikisini seçerdim.
Aynur: Bir farkındalık bakımından anlamadım neden sevmiyorları biraz açar mısın?
Işık: Bilmiyorum ki; bizi yakıştıramıyorlar oralara herhalde. Bir besteci, şimdi rahmetli oldu: bir arkadaşımıza, “Sen neden geldin? Biz görmeyenleri sınava almıyoruz,” demiş. Çok tanınmış bir besteci. Hatta hasbelkader TRT’ye giren görme engelliler de sonradan girmek isteyenleri almamak için ellerinden geleni yapıyorlarmış.
Emine: Görenlerin görmeyenleri istememesini anlayabiliyorum. Aslında bunu da anlamıyorum; olmaması gereken bir şey ama görmeyenlerin görmeyenleri istememesi çok ilginç.
Işık: Nasıl ki bir kadın başka bir kadını çekemiyorsa bu da böyle bir şey işte.
Emine: Aslında bencillik bu.
Işık: Bencillik tabii, ben bunu hiç yadırgamıyorum. Sonuç olarak almadılar. “solo okurken yardım gerekecek; notayı nasıl okuyacak? ”gibi düşünüyorlardı kendi kendilerine. Herhalde yük olacaklar kaygısından böyle davranıyorlardı. Bu arada halk müziği sanatçılarının bu yönden daha iyi olduğunu fark ettim. Ben daha önceleri, açık söylemek gerekirse, bağlama çalanları görünce aklıma ayak kokulu, ter kokulu, sarımsak kokulu tipler gelirdi hep. Böyle bir saçmalığım vardı o günlerde. Ama sonraları onların daha insan olduklarını anladım. Şimdiki aklım olsaydı doğrudan bağlamaya başlar, halk müziğine yönelirdim. Başkası olsa müzikten kopardı, ben kopmadım; fazla işe yaramadıysa da beste çalışmalarına başladım. Bilgisayarda kalsalar da beste çalışmalarım var.
Aynur: neden öyle dedin?
Işık: Bir işe yaramıyor; bestelerimi tanıtamıyorum. Bilgisayarımda öylece duruyorlar işte. facebook ortamında Rana Şimşek adında ressam bir arkadaşım var; onlara video yapıyor. Kendi resimlerimi, başka fotoğraflar alıp sayfamda paylaşıyorum.
Emine: demek ki tamamen işe yaramıyor, diyemeyiz.
Işık: Fakat çok az kişi dinliyor. Bazen paylaşılanlar bile dinlenmiyor. Artık çok da umurumda değil. Geçmişte çok çok acısını çektim, üzüldüm. TRT’ye gireceğim diye başka bir işe giremedim.
Aynur: Şöyle bir şey yapsak; biz el ele versek tekrar senin tanınmanı sağlasak.
Işık: O nasıl olacak? Pek umudum yok ya, keşke olsa…
Aynur: Umudun kadınlarıyız ya.
Işık: bir ara görmeyenler için Kızılay bünyesinde ritim kursu açılmıştı; Grup Lâçin’in bateristinden dersler almıştık. Gaziemir’e taşınınca da Grup Mecaz’ın ritim sanatçısı Neşat Kutas’la bir yıl kadar çalıştım.
Onunla çalışmaktan çok mutluydum ama Yüksek Lisans için Fransa’ya gitmesiyle bu çalışma da son buldu. Ayrıca orada evlenip çoluk çocuğa da karışmıştı. Onun yeri benim için bambaşkaydı.
Daha sonra yine bağlama kursuna devam ettim. Bir de resim maceram oldu. Dünyaca ünlü, doğuştan kör olan ressam Eşref Armağan’dan sonra ikinci görmeyen resim yapan benim. Kendisini çok severim; onu ustam, hocam olarak görürüm.
Aynur: Resim yaparken hangi konuları işliyorsun; nelerden etkileniyorsun?
Işık: Ben hayvan resimleri yapmayı seviyorum. Manzara resimleri yapmayı seviyorum. Gözümün gördüğü zamanlarda iyi bildiğim
İçin onları yapmayı çok seviyorum. Ağaçlar çiziyorum. Yalnızca yeşil var sanırdım; oysa doğada çok renk varmış. Renkleri karıştırarak resim yapıyorum. En çok renklerimi beğeniyorlar. Resimlerimi bir Fransız ressamınkine benzetiyorlardı. Eşref hocamı tanımam da 1989’da oldu. Babam o yıllarda Hürriyet Gazetesi alırdı. “bak, Eşref Armağan adında görmeyen biri resim yapıyor!” dedi.
Emine: Işık, bir şey sormak istiyorum. Ben biliyorum ama bilmeyenler için resim yapma şeklini anlatır mısın?
Başkaları kalemlerle yazıp çiziyorlar ama senin yöntemin biraz farklı.
Işık: Ben, resim kâğıtlarını bitmiş tükenmezlerle önce bastırarak iz bırakacak şekilde çiziyorum sonra çeşitli boyalarla içini boyuyorum. İlk pastel boyalarla başladım. Kuru boya, Sulu boya, guaj boyalarla sürdürdüm. Hemen hemen her boyayı denedim. İnsan resimleri yaparken kendi yüzüme dokunuyorum. Genelde olduğunu söylüyorlar.
2018 yılında resim sergim için İstanbul’a gittiğimde Kazım Karabekir’in kızı olan Timsal Hanımefendi‘nin yanında bir hafta kaldım. O bir hafta gerçekten çok güzel geçti. Profesyonel ressamlar geldi. Güzel dönüşler aldım. Facebook ’da paylaşımlar yapıyorum. Sertifikaların var.
Aynur: Bitmiş tükenmezlerle çiziyorum, dedin; kendi kendine mi buldun, bunu biraz açar mısın?
Işık: Evet, kendim buldum. Yeni resim yapmaya başladığımda biraz görüyordum; fakat görüş alanım çok dardı. Bir kartpostal gibi küçük resimlerdi. Masa lambası kullanıyordum. Bir gün markette anneme, tükenmez almasını söyledim. Kullanmaya başladığımda kâğıda izler çıkarttığını fark ettim ve masa lambasını bıraktım, görmeye çalışmayı bıraktım; tamamen el yordamıyla bitmiş tükenmez kalemleri de kullanarak devam ettim. Bu yöntemi keşfettikten sonra çok rahat ettim. Bu zamana dek manzara resimleri yaparken daha sonra başka değişik şeyler de çizmeye, boyamaya başladım. Bir de cam görünümlü masa muşambalarının üzerinde denedim çalışmalarımı. Gayet iyi oldu iz çıkması bakımından. Bunun üzerinde kabartma yazılan kâğıtlarla çizim yapmak da kolay oluyor. Diğer resim yapan görme engelliler de aynı şeyi deneyebilirler.
Aynur: Bu çalışmaların ekonomik anlamda sana bir katkı sundu mu?
Işık: Hayır, sadece bir iki tane sergimde satıldı; bir de internetten aldılar.
Aynur: Bunu sürdürülür bir hale neden getirmedin? Ekonomik olarak devamını sağlamak için ne yapmak gerek?
Işık: Bilmiyorum; facebook ’ta paylaşımlar yapıyorum, ilgilenen olursa alıyorlar. Emine: Işık ‘çığım, bize yazılarından da söz eder misin?
Işık: Kendi çapımda yazılarım var. Edebiyatçı değilim; en zor da yazmakmış bunu anladım.
Aynur: Yazılarını yazarken hangi duygularını biriktirdin, seni neler körükledi?
Işık: Daha ziyade başımdan geçenleri yazıyorum. Bir tane hikâye denemem oldu; konusu pek beğenilmedi. Çok basit bulundu. Bu beni çok etkiledi. Hala etki altında kalabiliyorum. Bu eleştiri çok saygı duyduğum birinden geldi. Artık öykü yazmaya cesaret edemem sanırım. Manzumelerim var. Şiir diyemem asla. Bir kitabım çıktı; “dünyayı Fatmalar Kurtaracak” diye. Fatma adını bir türlü benimseyememiştim ama o kadar Fatma vardı ki. Bununla ilgili bir yazı yazmıştım; kitap çıkarmaya karar verince editör de kitabın adı ‘Dünyayı Fatma’lar Kurtaracak!’ olsun, dedi
Kitabımın kapak resmi için halay çeken kalemler yapmıştım. Kırmızı, mavi ve yeşil boya kalemi, iki baştakilerde birer mendil olmak üzere halay çekiyorlardı. Bir tane turuncu kalem amuda kalkmış, bir tane mor kalem de ağacın altında, yeşillikler içinde def çalıyor.
Emine: Bu anlattıklarından hayal gücünün de çok geniş olduğunu anlıyoruz.
Işık: Aslında dört kaleme halay çektirecektim ama kalemin biri sığmayınca ben de onu altta kalan boşlukta amuda kaldırttım.
Aynur: Peki yarışmalara katıldın mı?
Işık: Evet, sanal yarışmalara katıldım. Facebook ortamında. İki altın, bir bronz sertifikam ve jüri özel ödüllerim var. Bir de şiir yarışmasına katıldım. İyi sonuç beklemiyorum. Çünkü jüride Ataol Behramoğlu var.
El işleri de yapıyorum. Duş lifleri, takılar, Onlardan epeyce sattıklarım oldu. Patikler, bebek yelekleri, ceketleri yapıyorum. Benim hayatım böyle işte.
Aynur: Bir kadın bir engelli bir insan olarak Bu güne kadar neler yaşadın, bize anlatabilir misin?
Işık: Bu ülkede sizler bir engelli, kadın olarak ne yaşadıysanız ben de onları yaşadım. Pek çok kişiye göre sanat konusunda babamın desteğini gördüğüm için şanslıyım; Fakat bunların dışında, tutuculuk da oluyor aile içinde. “Ona dikkat et, buna dikkat et, onu yapma, bunu giyme! gibi.
Aynur: Topluma karıştığında dışarıda karşılaştıklarından söz edebilir misin?
Işık: Şöyle söyleyeyim, ben diğer arkadaşların uğradığı talihsizliklere uğramadım. Bana, “Sen az çıktığın için böyle, diyorlar. Onlara dedikleri gibi bana bir kere “Sen neden tek başına sokağa çıktın?” demediler. Yalnızca bir kez ona benzer bir şeyi küçük bir çocuk sormuştu. Onun dışında abla, teyze, hanımefendi gibi hitaplar gördüm. Şoförler de saygılıydı bana karşı diğer insanlardan da. Kibar bir şekilde yer gösteriyorlardı. Eskiden yardım etmek için elimizdeki naylon torbadan ya da bastonumuzun ucundan tutarak götürmeye çalışıyorlardı veya izinsiz kolumuza giriyorlardı. Şimdilerde bu pek kalmadı İzmir’de diyebilirim. Artık izin isteyerek “size yardım edebilir miyim ya da yardıma ihtiyacınız var mı?” gibi sorular soruyorlar
Aynur: Yani şimdilerde rahatsın öyle mi?
Işık: Evet rahatım ama artık kendime güvendiğim için. Eskiden böyle olmadığımdan daha çok acıyorlardı. Zaten ben de o zamanlar kendime acıdığım oluyordu. Böyle olunca da insanların acımasını yadırgamamak gerek.
Eskiden beri makyaj yapmayı severim. Ancak önceleri ailem makyaj yapmama hep karşı çıkıyorlardı. Şimdi de sevmiyorlar ama en azından karışmıyorlar artık. Dediğim gibi şimdi her bakımdan daha rahatım daha özgüvenliyim. Arkadaşlarım tarafından ‘süslü’ diye de bilinirim.
Aynur: Geleceğe yönelik başka hayallerin var mı?
Işık: Hayal kurmuyorum; her şeyi akışına bıraktım.
Geçmişte çok hayal kurdum, çok acı çektim. Bu yüzden hayal kurmaktan vazgeçtim. Kitabım çıktı ve ben imza günü bile yapamadım. Nasıl yapılır onu da bilmiyorum.
Aynur: Hiç destek almayı düşündünüz mü?
Işık: Kimden nasıl destek alacağımı da bilmiyorum. Kitabımı bastırırken kuralları şu oldu: Basımdan para almıyorlar, ben kitabımı alırken para ödüyorum.
İstanbul’da bir vakıf kuruldu. Sanata engel yok! Vakfı. Resim yapan seramikle uğraşan bir genç kızımız var. Aynı zamanda psikolog. Bu arkadaşı derneklerle tanıştırmak istedim. Oranın vakıf olduğunu ve vakfı kuranın da benim arkadaşım olduğunu o zaman öğrendim. Engelli deniyorsa bütün hepsini kapsaması gerekiyor bana göre. Hiçbir yerden destek görmedim. Müzikte ne gördüm ki resimde de göreyim.
Daha önce de söylediğim gibi Yapabildiği her konuda babam destek oluyor bana. Umarım bundan sonra arkadan gelecek gençlerimiz benim yakalayamadığım fırsatları onlar yakalar ve benim çektiğim sıkıntıları çekmezler.
Emine: Kitabında neleri işliyorsun?
Işık: Benim yazılarıma deneme dediler. Başımdan geçen olayları yazıyorum. Örneğin, Kör Hikayeleri var. Bazı arkadaşlarım bilir bunu.
Emine: Ben de yazılarını biliyorum. Özgün bir anlatımın var. Sevimli, alaycı, dahası bir mizah var.
Işık: Ne yazarsam yazayım, edebi kaygısı taşımadan içimden geldiği gibi yazarım. Gerek resim yaparken gerek müzik yaparken de herhangi bir kaygı taşımam ve içimden geldiği gibi davranırım Tersini yapsaydım ne resim ne de beste yapabilirdim. Bir türkü vardır: ”Oğlan nişlesin, bildiğini işlesin. Kız ne işlesin, gergef işlesin!” ben de bildiğimi işliyorum.
Aynur: Daha önce sözünü etmiş olduğun bitmiş tükenmez kalemle resim çizme yöntemin beni çok etkiledi ve ilgimi çekti. Peki, bu yöntemi kullanarak görmeyen çocuklara acaba kurs verebilir misin?
Işık: Aslında çok isterim. Hatta 2018 yılında körler okulunda resimle ilgili bir etkinliğim olmuştu. Çok az sayıda da olsa bir kaç öğrenci bu yanımla ilgilenmişti ama “kör hiç resim yapabilir mi?” diyerek kısa zamanda sıkılıp çil yavrusu gibi dağılmışlardı.
Aynur: Bir yerel yönetim bünyesinde acaba bir kurs açılır mı diye düşünmüştüm yalnızca.
Işık: Olabilir aslında; rehabilitasyonda Yusufcan adında bir oğlumuz var ama ona da derdimi anlatamadım bir türlü. Oradaki hocalara kabartma yazıyla çizgi çizdirip ortalarını boyuyor. Oğlum, bu boyama kitabı oluyor, resim yapmak değil.” Dedim. Ben şimdi bunu yapayım, sonra resim yapmaya alışırım.” Dedi. Ben ve birkaç arkadaşım bunu yapıyorsa resme ilgi duyan herkes yapabilir. “Bütün körler hafız olur, bütün körler müzisyen olur!” Yok, böyle bir şey. Yetenekleri varsa ilgi duydukları her şeyi yapabilirler. Bir başka yöntemi de Eşref hocam uyguluyor. Yorgan ipliklerini tuale yapıştırıp içini boyuyor. Eşref Armağan hocamı örnek aldığım için kendimle gurur duyuyorum.
Emine: Son olarak arkadan gelecek kişilere ne söylemek, istersin?
Işık: Kim olursa olsun, engelli de olsa kendine güvenip yaşamaya devam edecek. Hani Bulutsuzluk özlemi grubunun bir şarkısı var ya: “Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun;” diye. Bunaldığım zamanlarda hep o şarkıyı düşündüm. Görme engelimizi kabulleneceğiz, kendimize güvenip sorunlarımızı aşmaya çalışacağız.
Kendimize güvenmek derken bir gün vatandaşın biri çocuk okşar gibi gelip yüzümü okşayınca, “Neden yüzümü okşuyorsunuz? Farkında değilsiniz ama bakın makyajımı bozuyorsunuz.” Dedim. Bunun üzerine, benden özür dilemek zorunda kaldı. Zaten bu tür şeyleri beynini iyi kullanamayan, iyi düşünemeyen insanlar yapıyor. Ben, eskiye göre toplumumuzun daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir de kim olursak olalım, engelli ya da engelsiz, kılığımıza kıyafetimize dikkat edersek bakımlı olursak daha çok kabul görürüz.
Emine: Evet Işık, Çok iyi, değerli bilgiler paylaştık, bu söyleşiden büyük keyif aldık.
Işık: Ben de sizlerle olmaktan mutluluk duydum. Bu sayede Aynur Hanımı tanıdım.
Aynur: Ben de çok teşekkür ediyorum.
Anlattıklarından çok etkilendim. Bize çok şey kattın.
Işık: Beni konuk ettiğiniz için çok teşekkürler.
Emine: Sen de dergimize konuk olduğun için biz de sana tekrar teşekkür ediyoruz.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.