YAZAN: Filiz GÜLMEZ
Bir şubat günü çekip gittin,
Bir saat bile bırakamam annenizi, derdin
Dünyanın yükü çok mu ağır geldi?
Son iki yılın zor geçti, biliyorum.
Bir yanda yatalak bir eş, öbür yanda yaşlanan yorgun bedenin.
Çiçeklerini suladım babam,
İncir yaprakları çıkmış subay kılıçlarının dibinde.
Susuz kalmış, boyunlarını bükmüşlerdi.
Su verdim, nasıl dört elle sarıldılar hayata,
Bir dikildiler ki görmeliydin.
Çiçekleri severdin babam, kuşları severdin.
Yem vermeni bekliyor
Balkonda güvercinlerin.
Dağları çok severdin
Ne de olsa köy çocuğuydun,
Yüksek yerlerin insanıydın.
Dağları ben de severim, hele şimdi daha çok…
Dağlar bana senden armağan.
Bir dağ manzarası yapmıştım da
Kimselere verememiştim.
Ürünleri insanın çocukları
İçi titriyor başkasına verirken
Sana armağan etmiştim onu:
Arkada zirvesi karlı dağlar,
Önde koyun sürüsü,
Yanında çoban çocuklar,
Aynı senin köyün
Şimdi düşünüyorum da
Öyle çok şey öğrenmişim ki senden:
Doğru ve dürüst olmak,
Dört elle sarılmak hayata
Ve erdem saymak çalışmayı...
Yoğun bakımda yatarken her gün geliyordum yanına.
İlk iki gün az da olsa konuşmuştun benimle,
“ Her tarafım ağrıyor.” demiştin.
Kulaklarımda senden kalan son söz babam
O da yalnızca bir fısıltı.
Artık telefona çıkmıyorsun baba,
Oysa her gün konuşurdun benimle.
Uzun uzun konuşurduk,
“İyi akşamlar canım !” derdin telefonu kapatırken.
Sevecen, duygulu, yumuşak ve fedakâr sen
Zaten o sert adamın derinliklerinde
Duygulu, kırılgan ve ince bir insan vardı.
Çoğu kez bizim fark edemediğimiz yönlerini görmüş seni tanıyanlar,
“İyi adamdı,” diyorlar senin için “Zarif, kibar adamdı”
Yeni bir dönemi başladı hayatımın,
Sensiz sürüp gidecek biliyorum.
Babasız bir hayat bu,
Ne derler adına,
Öksüz mü ya da yetim?
Aramızda, yaşanmamış şeylerin uzaklığı olsa da
Sensizliğin elinden tutacağım baba!
Senden kalan güzel şeyler var yüreğimde,
İnan bana, onları büyüteceğim...
Şubat 2000 /Ankara
Bir şubat günü çekip gittin,
Bir saat bile bırakamam annenizi, derdin
Dünyanın yükü çok mu ağır geldi?
Son iki yılın zor geçti, biliyorum.
Bir yanda yatalak bir eş, öbür yanda yaşlanan yorgun bedenin.
Çiçeklerini suladım babam,
İncir yaprakları çıkmış subay kılıçlarının dibinde.
Susuz kalmış, boyunlarını bükmüşlerdi.
Su verdim, nasıl dört elle sarıldılar hayata,
Bir dikildiler ki görmeliydin.
Çiçekleri severdin babam, kuşları severdin.
Yem vermeni bekliyor
Balkonda güvercinlerin.
Dağları çok severdin
Ne de olsa köy çocuğuydun,
Yüksek yerlerin insanıydın.
Dağları ben de severim, hele şimdi daha çok…
Dağlar bana senden armağan.
Bir dağ manzarası yapmıştım da
Kimselere verememiştim.
Ürünleri insanın çocukları
İçi titriyor başkasına verirken
Sana armağan etmiştim onu:
Arkada zirvesi karlı dağlar,
Önde koyun sürüsü,
Yanında çoban çocuklar,
Aynı senin köyün
Şimdi düşünüyorum da
Öyle çok şey öğrenmişim ki senden:
Doğru ve dürüst olmak,
Dört elle sarılmak hayata
Ve erdem saymak çalışmayı...
Yoğun bakımda yatarken her gün geliyordum yanına.
İlk iki gün az da olsa konuşmuştun benimle,
“ Her tarafım ağrıyor.” demiştin.
Kulaklarımda senden kalan son söz babam
O da yalnızca bir fısıltı.
Artık telefona çıkmıyorsun baba,
Oysa her gün konuşurdun benimle.
Uzun uzun konuşurduk,
“İyi akşamlar canım !” derdin telefonu kapatırken.
Sevecen, duygulu, yumuşak ve fedakâr sen
Zaten o sert adamın derinliklerinde
Duygulu, kırılgan ve ince bir insan vardı.
Çoğu kez bizim fark edemediğimiz yönlerini görmüş seni tanıyanlar,
“İyi adamdı,” diyorlar senin için “Zarif, kibar adamdı”
Yeni bir dönemi başladı hayatımın,
Sensiz sürüp gidecek biliyorum.
Babasız bir hayat bu,
Ne derler adına,
Öksüz mü ya da yetim?
Aramızda, yaşanmamış şeylerin uzaklığı olsa da
Sensizliğin elinden tutacağım baba!
Senden kalan güzel şeyler var yüreğimde,
İnan bana, onları büyüteceğim...
Şubat 2000 /Ankara
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.