Sarı saçları, parlament mavi örgülü, sol omzunun altı işlemeli kazağı ile gülümsüyor. Önünde açık bir defter, sağ elinde kalemi var.
Yazan: Aynur Yurtseven

Maud Lewis 1903 yılında Kanada’nın güney Ohio bölgesinde dünyaya geldi. Doğuştan Romatoit Artrit hastasıydı. Bu hastalık onun bağışıklık sistemini ve vücut eklemlerini günden güne güçsüzleştirerek yaşamı her geçen gün daha zorlu hale getiriyordu. Anne ve babasını genç yaşta kaybeden Maud, oğlan kardeşi Charles tarafından aile mirasından dışlanarak teyzesi İda’nın yanına gönderilir. Charles kız kardeşini bakıma muhtaç ve garip biri olarak gördüğünden, kendisine yük olmasını istemez. Teyzesi ve oğlan kardeşi onun her normal insan gibi bir hayat süremeyeceğini düşündüklerinden, sürekli kontrol altında tutmaya çalışırlar.

Kısa süreli bir aşk yaşayan Maud, bu ilişkiden bir kız çocuk sahibi olsa da çocuğunun ölü doğduğu söylenerek kızını hiç görmeden kaybeder.

Maud içerisinde bulunduğu baskı ortamından kaçmak için her seferinde fırçasına ve boyalarına sığınır. Hayatı boyunca farklı hiçbir ressamın eserlerini inceleme fırsatı olmamış, Maud kendi hayal dünyasında özgürce dolaşmış, içinde yaşattığı umutları resmetmek, tek gerçek mutluluk haline gelmiştir.

Bir dükkânda denk geldiği seyyar bir balıkçının ev hizmetçisi ilanı, hayatının dönüm noktası olacaktır. Her şeyi geride bırakarak bu adamın kulübesine gider ve hizmetçi olarak işe başlar. Başlarda karanlık ve boğuk bir görüntü veren bu kasvetli küçük kulübe, Maud’un boyaları ve çizimleriyle ışıldamaya başlar. Kendisi yetimhanede büyümüş olan Everett huysuz ve kaba bir adamdır. Maud’un kısa sürede getirdiği değişimden etkilenerek ona karşı farklı duygular beslemeye başlar. Kısa süre sonra da evlenirler.

Bu küçük kulübede yaşamını ve çizimlerini devam ettiren Maud, tesadüfen yeteneğini keşfeden bir kadınla tanışmasıyla kısa süre içinde gazetelere ve dergilere konu olur. Hatta belgeseli dahi çekilerek dünya çapında bir üne kavuşur. Buna rağmen alçak gönüllü yaşantısından en ufak bir ödün vermez. Tek serveti yaptığı resimler olacaktır. Küçük kulübelerinin camına astıkları satılık resimler tabelasıyla, oradan geçen insanlar zamanla ününü duyarlar. İnsanlara 2-5 dolar tutarında paraya resimlerini satmaya başlar. O kadar alçak gönüllüdür ki paraları bile istemeye çekindiği söylenir. Çizimlerinin iki tanesi dönemin Amerikan Başkanı Nixon tarafından satın alınır.

Hastalığından dolayı ne çok büyük, ne çok küçük resimler çizemeyen Maud, daha çok eşinin getirdiği tahta levhalara dış mekân çizimleri, doğa manzaraları, hayvan resimleri çizer. Resimlerinde çocukluk anıları ve çevresindeki insanları konu olarak işlemiştir. Hayatı boyunca hep kısıtlı imkânlarla çalışmış ve edindikleriyle mutlu olmayı başarabilmiştir. 30 Temmuz 1973 yılında Kanada’nın en çok bilinen halk sanatçısı olarak hayata veda etmiştir. Ardından eşi de hayatını kaybeder. Bakımsız kalan küçük kulübeleri 1984 yılında bir kaç gönüllünün girişimiyle, bağış toplanarak tekrar bakıma alınmış, sonrasında devlet eliyle Nova Scotia Sanat Galerisi olarak hizmete açılmıştır. Günümüzde bu galeriyi ziyaret ederek Maud’un çizimlerini yaptığı küçük kulübesini görmek mümkündür.

Maud Lewis’in gerçek hayat hikâyesini film olarak izledim. Başrolde Sally Hawkins ve Ethan Hawke oynuyor. Öylesine gerçekçi bir filmdi ki bir anda kendimi filmin içinde buldum. Azimle, mücadeleyle gerçek bir hayat sunuluyor. Filmde, öldüğü söylenen çocuğunun evlatlık verildiği, Maud’un bunu öğrendiği, çocuk zengin bir ailede yaşadığı için Maud’un tanışmak istemediği anlatılıyor. Sizlere de bu filmi izlemenizi öneririm. 1965 yılında çekilmiş kısa Maud Lewis belgeseli vardır.

Filmin bir yerinde Maud Şöyle diyor: “Hayatın bütünü çerçevelenmiş haldedir. Ben sadece onu boyuyorum.” Öyleyse hep birlikte tüm çerçevelerin içini umutla, özgürce, yaşama sevinciyle boyayalım. Çerçeveler hiç tükenmesin olur mu?

20 Ağustos 2022

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.