YAZAN: Emine KAMÇI
Hastalığımın son dönemleriydi. O sabah diğer sabahlara göre daha erken kalkmıştım. Önce akşamdan hazırlamış olduğum terbiyeli güzel bir çorbayla güne başladım. Ardından, yeni demlemiş olduğum çaydan bir bardak doldurdum kendime ve bir kaşık da şeker alarak, yemek masasına oturdum.
Çayımı yudumlarken bir yandan da şekerin ne kadar masum, ne kadar değil üzerinde kafa yormaya çalışıyordum. Birden aklımdan şekerin masum olduğu geçti ve bu masumiyete hile karıştırılabileceğini düşündüm. Şekerpancarı çiftçiden fabrikaya geldikten sonra birçok aşamalardan geçiyordu. Yıkanma, doğranma, kireçlenme, karbonatlanma, şerbetlenme ve kurulanma gibi işlemlerden geçtikten sonra paketleniyordu. Tabii ki ben bu aşamaların ayrıntılarına giremem ama şekerin tarladan başlayarak soframıza dek süren yolculuğunu biraz olsun irdeledikten sonra daha da ileri giderek şekerin fabrikada işlenirken içine bazı güçler tarafından özelliğini bozacak maddeler konması için dayatıldığı aklıma geldi. Bu olabilir miydi?
Olmayacak şey değildi. Ürünler daha tarladayken onların genetiğiyle oynanırsa pekâlâ da böyle bir şey yapabilirlerdi. Şekere böyle bir hile karıştırdılar diyelim ve bunu bir şekilde öğrenen, işleme görevlileri, şekeri bu hileden arıtıyorlar. Ne iyi olurdu değil mi?
Bunları yazmaya ara verip kalktım bir çay daha doldurdum kendime ve şekeri de unutmadım tabii. Bir ara çayı şekersiz içmeyi denemiştim de neredeyse çaydan oluyordum. Bunun için de bir kez daha denemeyi düşünmüyorum.
Uzmanlar, şeker zehir diyorlar. Oysa zehirden de zehir olan meyve şekeri früktoz var. Onun yanında şekerpancarından elde edilen şeker, çok masum kalıyor. Mademki şeker zehirdi, doksan altı yaşına dek yaşamış olan annem neden zehirlenmeden öldü. Ayrıca, yakınlarda tanımış olduğum bir sağlık elemanı da bu zehir sözüne adeta kafa tutarcasına şunları söylemişti: “bunu söyleyen uzmanlar gelip en canlı örneği olan bana baksınlar. Yıllardır çayımı sekiz şekerli içerdim, şimdi ise yediye düşürdüm. Ancak hiçbir konuda sağlığımdan şikâyetçi değilim!”
Genelde insanlar çayı şekersiz içerken diğer yanda, vitamin olsun diye bol bol meyve tüketmekten geri kalmıyorlar.
Hem kendimiz tüketiyor hem de çocuklarımıza yemeleri için dayatıyoruz aynı zamanda. Gerek evde sıkılan gerekse paketlerde satılan meyve sularını içiriyoruz çocuklarımıza. Belki bu ürünleri az miktarda kullanmak fazla zararlı olmayabilir ne var ki bu ürünler hele de çocuklarımız tarafından çokça tüketilmektedir. Şunu da söylemek isterim ki ben ne bir diyetisyenim ne de bir doktor. Söz konusu bilgileri ben de çok yakın bir geçmişte edindim ve hem bilmeyenlere hem de bilip de unutanlara aktarmak istedim. Gerçi uzmanlar, işlenmiş veya pakete girmiş her gıda ürününün zararlı olduğu görüşündeler. Tarladan fabrikalara, fabrikalardan marketlere ulaşan ürünler ne yazık ki sağlıksız bir biçimde evlerimizde, sofralarımızda yerini alıyor.
Her neyse, ben bu düşüncelerimi biraz daha ileri taşıdım. Şöyle dedim kendi kendime: “Bütün dünya insanları, bilim insanları tüm gerçeklerin farkına varsa; farkına varmakla kalmayıp bu gerçekleri bütün insanlıkla paylaşsa. Parasal kaygı değil, insan sağlığı, eğitimi birinci planda tutulsa! Örneğin, eskiden olduğu gibi köy enstitüleri benzeri bir eğitim sistemi kurulsa! Herkes birbiriyle yardımlaşmak için karşısındakini mutlu etmek için yarışsa. Bu sözünü ettiğim eylemleri bizler kendi aramızda yapmaya gayret ediyoruz zaten. Önemli olan tüm bu eylemlerin dünya genelimde olması. Benim bu düşüncelerim belki bir ütopya gibi gelebilir. Ancak böyle düşünen insanlar da az değil. Hani bazı sloganlar vardır ya gelişme, ilerleme, hak isteme adına: “Direne direne kazanacağız, eğitim hakkımız, söke söke alırız” diye. İşte böyle böyle kimimiz yazarak çizerek, kimimiz yürüyerek, kimimizse seminer şeklinde insanlarla konuşarak bilgiye, yeniliğe, ilerlemeye yönelik eylemler gerçekleştiririz.
Evet, belki son zamanlarda insanlığın durumu pek parlak değil. Yurdumuzdaki ekonomik sıkıntılar, kadın, bebek cinayetleri, eğitim yetersizliği, sağlık elemanlarının gittikçe azalması gibi sorunlarla yüz yüzeyiz. Dışarıdaysa savaşlar bitmek bilmiyor ve her geçen gün binlerce insan ölüyor. Gerek biyolojik savaş gerekse sıcak savaşlarla insanlar can veriyor. Salgın hastalıklar ve onlar için önlem diye uygulanan aşılar da ölümlere neden oluyor.
Her şeye karşın ben yine de umutluyum. Dergimizde olduğu gibi “Çoğalalım çoğaltalım” sloganıyla yazalım, çizelim, yürüyelim, konuşalım ki gördüğümüz, dokunduğumuz insanlara umut bulaşsın. Damlalar ırmak, ırmaklar bir gün deniz olur kim bilir?
15 Kasım 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.