Bir inşaat alanı. Ön planda, sarı renkli bir ekskavatör moloz yığınları üzerinde çalışıyor. Arka planda gökyüzüne doğru yükselen modern gökdelenler ve vinçler bulunuyor. Gökyüzü açık ve bulutlu, güneşli bir hava hâkim. Şehir manzarası ve inşaat çalışmaları bir arada yer alıyor.
YAZAN: Yayla BOZTAŞ Yaşadığımız bugünlerde bizim için daha da önem kazandı yürüyüşler, eskisinden çok gözümüze değiyor her şey. Kentsel dönüşüm için yıkılan apartmanın yanından geçiyorum. İki gün önce önünden geçmemize izin vermemişlerdi. Dün enkaz halindeydi, bugün yerinde kocaman bir boşluk. Daha önce hiç yokmuş gibi. Acıtan, bir yığın yaşanmışlığı da yok eden bir boşluk. Neşeyle yenilen yemekler, çocuk gülüşleri, sarılışlar daha bir yığın duygu o molozlarla bilinmez bir yere atılıp yok edilmiş. Hemen boşluğun yanında sırasını bekleyen tümüyle boşaltılmış kocaman bir apartman daha. Hiçbir yaşam muştusu olmayan, suskun, şaşkın…Birden bir pencerenin önünde sarı çiçekler fışkırmış bir saksı değiyor gözüme. Hiçbir şey umurunda değil, ışıl ışıl, coşkuyla caddeden geçenlere bakıyor. İçimde hazır bekleyen hüzün “Yağmur yağdığı için susuz kalmadı ne güzel” düşüncesiyle yatışıyor. İlerdeki bir parkın kanepesine oturuyorum. Çevrede hiç kimse yok. Kocaman park, ağaçlar martılar, güvercinler, kediler hep benim. Kim bilir, belki de başkalarıyla yüz yüze olmamak için tenhalara kaçışıyor insanlar. Şimdi insandan uzak durma devrindeyiz. Sahi Cilalı Taş Devri’ni bırakalı ne kadar olmuştu? Oturduğum yerde suları köpük köpük devinen bir havuz var. Köpükler beyaz, gökyüzündeki bulutlar gibi. Kediler için konulmuş mamaları büyük iştahla tüketen tombul martılar da bulut kadar beyaz. Bulutların arasında parça parça maviler. Sanki gökyüzünün asıl rengi beyaz da bulutlar mavi… Güneş buluta girince buz kesiyor hava. İyice sarınıyorum giysime. Ayak ucuma nereden geldi bu kedicik. Yüzüne bakıp “İyi ki kürkün var” deyince, beni dost bilip yanıma atlıyor hemen. Biraz sonra kucağıma oturmazsa bana da Yayla demesinler. Evet hiç beklemeden yerleşti dizlerimin üstüne. O mu benim sıcağıma sığındı, yoksa ben mi onunla ısınıyorum. İşte tam bu sırada çıkıyor buluttan güneş. Sıcaklığı alnımda anne eli gibi sevecen. Isınıyoruz, ben kedi, kediyi okşayan elim. Çocukluğumda dışardan geldiğimde yanan sobaya uzattığımdaki gibi sıcacık… Kedi iyice yumuşuyor kucağıma, hafiften bir türkü…Çok güzel her şey. Birden yandaki Caminin minaresinden yayılıyor dualara karışmış ölüm duyurusu, bugüne hiç yakışmayan. Cahit Sıtkı Tarancı “Nerden çıktı bu cenaze ölen kim? derken sevgili Behçet Necatigil yanıtlıyor onu, “Adı, soyadı / Açılır parantez/ Doğduğu yıl, çizgi öldüğü yıl/bitti Kapanır parantez.” Üzerini örtmeye çalıştığım hüzün buluttan çıkan güneş gibi yüzümde. Ama üşütüyor bu kez.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.