Bu sabah gökyüzü yeteri kadar mavi değil. Ya mahmurluğunu üstünden atamadı ya da akşama kadar böyle asıp duracak suratını. Bilinmez hep biz insanların mı dertleri var?
Sokaklar yeni güne hazırlanıyor. Her zamanki yerine yerleşiyor kır saçlı yetmişlik ayakkabı boyacısı. Onu görünce seviniyorum.Selamlaşıyoruz, “Müşteriniz bol olsun.” diyorum. Aramız iyidirama bir kez olsun ayakkabı boyattırmadım ona. Evde boya var, ben boyuyorum, üstelik bu boya istemeyen spor ayakkabılar çıkınca…
Köpekler de kendilerine torba içinde kemik, atık getiren kadını bekliyorlar. Kolay mı sabah kahvaltısının zamanı geldi. Bu yüreği kendinden güzel kadın hiç aksatmaz işini. Konuşuruz bazan. “Biliyor musunuz bu kemikleri parayla veriyorlar bana? Tabağı otuz lira. Şaşırdım, üç gün önce bir adam plastik kasalar içinde bir yığın sıyrılmış kemiği çöp kutusuna dökerken çevresinde birkaçköpek kokuyu alıp toplanmıştı. Çöp kutusu ayakla pedalına basılıp açılanlardan. Yani o hayvanların oradan bir parçacık alma şansları yok. Kadına anlatınca “Vicdan öldü, o çöpler orada kokuşacak, hayvanlar da aç aç dolaşacak çevresinde,” haklıydı, biz yalnızca kendisini düşünen açgözlü insanlar ne zaman olduk?
Dönüp fırının yoluna girdim. İşte benim değişmezlerimden biri daha. Mendil satan kara gözlü oğlan. Bir gözde bu kadar mı çok kirpik olur. Bir göz hem kara hem de bu kadar ışıklı nasıl olur? Üstelik esmer yüzünde birer delik gibi güldükçe daha çok derinleşen gamzeleri. Önünde çantası, içinde mendilleri. Elinde de gelip geçene uzatacağı tek mendil. Uzatma hareketi dışında hiç ses yok. Birkaç soru sorduğumda yanıtladığı için ben bilirimkonuşabildiğini ama bilmeyen dilsiz sanır. Yanaşıp
“Günaydın, bugün erkencisin,” dedim.
“Sağlık ocağına gideceğim, onun için. Bir saat daha var açılmasına. O zamana kadar…” tamamlamadı cümlesini. O zamana kadar… Sonuna eklenecek cümle belli… “birkaç mendil satabilirim” ya da buna benzer bir şey.
“Ver bakalım benim mendilimi, hava soğuk, şimdi burnum akarsa, rezil olmayayım sokaklarda, öyle sümüklü sümüklü.” Güldü. Hep böyle onu güldürecek şeyler söylemek isterim. Değilse orada eline mendil tutturulmuş bir çocuk heykeli gibi oturur durur.İlk gördüğümde neden okulda değil de buradasın?” diye sormuştum. Doğru yalan bilmiyorum,
“Bir yaşım daha var. Seneye gideceğim. Hem belki köyümüze döneriz. Babam “Okul değiştirmeyelim dedi”
İnanmalı mıydım? Yoksa…
Onunla vedalaşıp yoluma devam ettim, telaşlı koşuşturmalar, araba homurtuları başlamıştı.
Şehir uyanan koca bir dev gibi geldi bana. Sanki bir karınca sürüsü çöp, saman, kırıntı taşımak için dağılmıştı sokaklara.
Fırının önünde uzun bir kuyruk. İçerde çeşit çeşit ekmekler.Artık ekmeklerin de kenti var, Uşak, Ödemiş, Seferihisar vb. Bir de ırk ayırımı, Karakılçık, Siyez, Beyaz, Tam buğday, Ekşi Maya… Daha birçok ekmek. Eskiden tek adı vardı yediğimiz, soframızdan eksik olmayan bu besinin. Ekmek… Hatta eşimin köyünegittiğimizde ev sahibi “Gitmeyin ekmek yiyelim” dediğinde şaşırmıştım. Öylesine değerli ki orada ekmek yemek yerine geçen bir sözcük olmuş.
İçimde bir yığın düşünceyle ekmeğimi alıp evimin yoluna koyuluyorum. Gidip bir ekmek yiyelim bari.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.