YAZAN: Avukat Ceren KALAY EKEN
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü kapsamında ay boyunca çeşitli etkinlikler yapılıyor, kadınların insan haklarına yönelik çok sayıdaki ihlale ilişkin konuşmalar, paneller gerçekleştiriliyor. Kadınların yüzlerce yıldır başta yaşam hakları olmak üzere tüm medeni haklarına saldırılar erkek egemen düzen tarafından sürekli şekilde devam ediyor. Tarihin dönemine ve bulunulan coğrafyaya göre farklı şekillerde var olan bu cinsiyet eşitsizliği kaynaklı şiddet türleri ile mücadele de elbette sürüyor bir yandan.
Ülkemiz 2011 yılı sonrasında şiddetsiz Avrupa’yı hedefleyen, şiddetle mücadelenin devletler tarafından nasıl yürütülmesi gerektiğinin Avrupa Konseyi başkanlığında tüm yöntemlerini düzenleyen uluslararası sözleşme yani İstanbul Sözleşmesi’nin yazımı ve imzalanması sürecinde en etkili rolü oynayan ülke oldu. Ancak özellikle sonraki 10 yılda bu rüzgâr tersine dönmüş ve İstanbul Sözleşmesi’ni hedef gösteren, tarikatçı, dinci, gerici kesimlerin sesi daha fazla duyulur ve dinlenilir hale geldi. Sonuçta bir gece yarısı bir makam kararı ile de bu çok önemli mücadele sözleşmesinden çekildiğimiz açıklandı. 2021’de gerçekleşen bu çekilme kararı sonrasında hali hazırda var olan kadına yönelik şiddetin katmerlenerek arttığını görmemek imkânsız. Kadın cinayetleri her gün en az bir kadının yaşamına son verilmesi şeklinde kimi gün 8 kadına kadar varan sayıda devam ediyor ve artıyor. Rakam olarak bahsedilen bu cinayetlerin öznesinin her birinin bir kadın, bir insan, bir hayat, birinin annesi, birinin kız kardeşi, birinin evladı olduğu gerçeğine rağmen kanıksanmış ve gittikçe sıradan bir haber haline geldi. Oysa o evlatlar ve o sevenler yönünden dünya o anda duruyor ve artık eskisinden çok başka, acı dolu hayatlara dönüşüyor. Birey temelinde yok oluşa ve tüm çevresinde müthiş bir acıya neden olan bu erkek şiddeti, yayılarak toplumda da müthiş bir mutsuzluğa, güvensizliğe ve huzur yitimine karşılık geliyor, tüm şiddet türlerini de körüklüyor.
Boşanmak, ayrılmak gibi kadınların en temel medeni hak taleplerine karşılık ayrılmak istedikleri erkek tarafından öldürülmeleri şeklindeki bu korkunç gidişatta artık katillerin kadınların iş yerlerine gelerek, hastanede, çalıştığı kurumda herkesin gözü önünde ateşli silahlarla vurularak öldürülmelerine dönmüş durumda. Cezasızlık kültüründen güç alan bu katil erkeklerin eskiden kendilerini de öldürürken şimdi nasıl olsa bir süre sonra cezaevinden çıkarım rahatlığıyla (ki yargılama süreçlerinde durum tam tersidir minimum 20 yıl ve üstü cezalar alınıyor ancak infaz yasası yine bir sorun olarak karşımızda.) ortalık yerde bu cinayetleri işleyip çekinmedikleri görünüyor. Bu da toplumdaki diğer olası failleri cesaretlendiren bir duruma yol açıyor.
Yanı sıra toplumda yine sıklıkla duyduğumuz şüpheli kadın ölümleri de ciddi şekilde artıyor. Gizli olan ceza soruşturma sürecinin, toplumun adalet düzenine güvensizliği nedeniyle her ayrıntının medyada tartışılması şeklindeki günlük programlara dönüşmesi neticesinde olası katillerin öğrendiği, bir kadını öldürmeden önce nasıl bu işten ceza almadan sıyrılırım şeklinde araştırmalar yaptıkları görülüyor. Bu nedenle şüpheli kadın ölümlerinin konunun uzmanı savcılık ve kolluk personeli tarafından gereği gibi incelenmesi ile toplumun huzursuzluğunun giderilmesi çok önemli. Ancak kamu kurumlarındaki kadrolaşmanın bir sonucu olarak görüldüğü üzere savcılık, karakollar gibi konunun uzmanı olması gereken araştırmacıların gittikçe yetersiz incelemelerde bulunduğu, toplumun sahip olduğu şüpheyi yok sayarak ciddi zaman kayıplarına neden olunduğu kamuoyuna yansıyan birçok dosya ile görülüyor.
Rojin Kabaiş adlı üniversite eğitimine henüz başlamış genç bir kızın şüpheli ölümü dosyasında olduğu gibi, baroların ve sivil toplumun yoğun çabaları ile şüpheli ölümden 1 yıl sonra Adli Tıp Raporundaki DNA belirlemesinin açıklanmasında olduğu gibi sürecin son derece yavaş ve topluma güven vermekten uzak şekilde işletildiği vakalar kamuoyunu kötü yönde etkiliyor.
Adalete erişim sürecinde görevli kamu personelinin işe alımı ile başlayan şaibeler ve sonrasındaki süreçte yine meslek içi eğitim ve denetimin niteliği gibi konular şüpheli kadın ölümlerinin karşısındaki en önemli sorunlardır. Kadına yönelik şiddette İstanbul Sözleşmesinde de belirtildiği üzere etkili soruşturma yürütülmesinin sonraki olası şiddet ve cinayet eylemlerini önlemede de önemli bir etkisinin bulunduğunu ve toplumun adalet duygusunun güçlendirilmesinin önemini hepimiz kabul ediyoruz. Şiddetsiz Avrupa’yı hedefleyen İstanbul Sözleşmesinin yeniden hukuk dünyasına kazandırılması ve gereğince uygulanması, yanı sıra ulusal yasalarımızın gereği gibi uygulanması ve cezasızlık kültürünü besleyen infaz yasasının yeniden düzenlenmesi ve basit görünen ilk şiddet eylemlerine ciddi yaptırımlar getirilmesi gibi önleme çalışmaları son derece önemli. Şiddetsiz bir dünya hayalimiz için mücadelemiz devam edecek.
22 Kasım 2025
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü kapsamında ay boyunca çeşitli etkinlikler yapılıyor, kadınların insan haklarına yönelik çok sayıdaki ihlale ilişkin konuşmalar, paneller gerçekleştiriliyor. Kadınların yüzlerce yıldır başta yaşam hakları olmak üzere tüm medeni haklarına saldırılar erkek egemen düzen tarafından sürekli şekilde devam ediyor. Tarihin dönemine ve bulunulan coğrafyaya göre farklı şekillerde var olan bu cinsiyet eşitsizliği kaynaklı şiddet türleri ile mücadele de elbette sürüyor bir yandan.
Ülkemiz 2011 yılı sonrasında şiddetsiz Avrupa’yı hedefleyen, şiddetle mücadelenin devletler tarafından nasıl yürütülmesi gerektiğinin Avrupa Konseyi başkanlığında tüm yöntemlerini düzenleyen uluslararası sözleşme yani İstanbul Sözleşmesi’nin yazımı ve imzalanması sürecinde en etkili rolü oynayan ülke oldu. Ancak özellikle sonraki 10 yılda bu rüzgâr tersine dönmüş ve İstanbul Sözleşmesi’ni hedef gösteren, tarikatçı, dinci, gerici kesimlerin sesi daha fazla duyulur ve dinlenilir hale geldi. Sonuçta bir gece yarısı bir makam kararı ile de bu çok önemli mücadele sözleşmesinden çekildiğimiz açıklandı. 2021’de gerçekleşen bu çekilme kararı sonrasında hali hazırda var olan kadına yönelik şiddetin katmerlenerek arttığını görmemek imkânsız. Kadın cinayetleri her gün en az bir kadının yaşamına son verilmesi şeklinde kimi gün 8 kadına kadar varan sayıda devam ediyor ve artıyor. Rakam olarak bahsedilen bu cinayetlerin öznesinin her birinin bir kadın, bir insan, bir hayat, birinin annesi, birinin kız kardeşi, birinin evladı olduğu gerçeğine rağmen kanıksanmış ve gittikçe sıradan bir haber haline geldi. Oysa o evlatlar ve o sevenler yönünden dünya o anda duruyor ve artık eskisinden çok başka, acı dolu hayatlara dönüşüyor. Birey temelinde yok oluşa ve tüm çevresinde müthiş bir acıya neden olan bu erkek şiddeti, yayılarak toplumda da müthiş bir mutsuzluğa, güvensizliğe ve huzur yitimine karşılık geliyor, tüm şiddet türlerini de körüklüyor.
Boşanmak, ayrılmak gibi kadınların en temel medeni hak taleplerine karşılık ayrılmak istedikleri erkek tarafından öldürülmeleri şeklindeki bu korkunç gidişatta artık katillerin kadınların iş yerlerine gelerek, hastanede, çalıştığı kurumda herkesin gözü önünde ateşli silahlarla vurularak öldürülmelerine dönmüş durumda. Cezasızlık kültüründen güç alan bu katil erkeklerin eskiden kendilerini de öldürürken şimdi nasıl olsa bir süre sonra cezaevinden çıkarım rahatlığıyla (ki yargılama süreçlerinde durum tam tersidir minimum 20 yıl ve üstü cezalar alınıyor ancak infaz yasası yine bir sorun olarak karşımızda.) ortalık yerde bu cinayetleri işleyip çekinmedikleri görünüyor. Bu da toplumdaki diğer olası failleri cesaretlendiren bir duruma yol açıyor.
Yanı sıra toplumda yine sıklıkla duyduğumuz şüpheli kadın ölümleri de ciddi şekilde artıyor. Gizli olan ceza soruşturma sürecinin, toplumun adalet düzenine güvensizliği nedeniyle her ayrıntının medyada tartışılması şeklindeki günlük programlara dönüşmesi neticesinde olası katillerin öğrendiği, bir kadını öldürmeden önce nasıl bu işten ceza almadan sıyrılırım şeklinde araştırmalar yaptıkları görülüyor. Bu nedenle şüpheli kadın ölümlerinin konunun uzmanı savcılık ve kolluk personeli tarafından gereği gibi incelenmesi ile toplumun huzursuzluğunun giderilmesi çok önemli. Ancak kamu kurumlarındaki kadrolaşmanın bir sonucu olarak görüldüğü üzere savcılık, karakollar gibi konunun uzmanı olması gereken araştırmacıların gittikçe yetersiz incelemelerde bulunduğu, toplumun sahip olduğu şüpheyi yok sayarak ciddi zaman kayıplarına neden olunduğu kamuoyuna yansıyan birçok dosya ile görülüyor.
Rojin Kabaiş adlı üniversite eğitimine henüz başlamış genç bir kızın şüpheli ölümü dosyasında olduğu gibi, baroların ve sivil toplumun yoğun çabaları ile şüpheli ölümden 1 yıl sonra Adli Tıp Raporundaki DNA belirlemesinin açıklanmasında olduğu gibi sürecin son derece yavaş ve topluma güven vermekten uzak şekilde işletildiği vakalar kamuoyunu kötü yönde etkiliyor.
Adalete erişim sürecinde görevli kamu personelinin işe alımı ile başlayan şaibeler ve sonrasındaki süreçte yine meslek içi eğitim ve denetimin niteliği gibi konular şüpheli kadın ölümlerinin karşısındaki en önemli sorunlardır. Kadına yönelik şiddette İstanbul Sözleşmesinde de belirtildiği üzere etkili soruşturma yürütülmesinin sonraki olası şiddet ve cinayet eylemlerini önlemede de önemli bir etkisinin bulunduğunu ve toplumun adalet duygusunun güçlendirilmesinin önemini hepimiz kabul ediyoruz. Şiddetsiz Avrupa’yı hedefleyen İstanbul Sözleşmesinin yeniden hukuk dünyasına kazandırılması ve gereğince uygulanması, yanı sıra ulusal yasalarımızın gereği gibi uygulanması ve cezasızlık kültürünü besleyen infaz yasasının yeniden düzenlenmesi ve basit görünen ilk şiddet eylemlerine ciddi yaptırımlar getirilmesi gibi önleme çalışmaları son derece önemli. Şiddetsiz bir dünya hayalimiz için mücadelemiz devam edecek.
22 Kasım 2025
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.