YAZAN: Emine KAMÇI
Geçen yıl almış olduğum fakat fazla kullanamadan sapı eskiyen bir çantamı arıyordum. Amacım, yeni bir sap taktırıp kullanmaktı. Aramaya, çekyatların altlarına bakmakla başladım. Yoktu. Diğerleri vardı ama o çanta yoktu.
Sonra çanta yığınlarının arasında bir şey buldum. İçi tıka basa dolu olan bez bir torbaydı. İçinde neler yoktu ki! Eski telefon numaraları, fotoğraflar, CD’ler, eski banka dekontları, otobüs biletleri, faturalar, daha bir sürü şey. Fakat bir şey daha vardı ki içimi burktu. Onunla yapmış olduğum son yolculuğa ait birkaç satır yazı.
Yazdıklarımın onunla bir ilgisi yoktu. Ben müzik dinlerken o da yanımda telefondan birisiyle mesajlaşıyordu.
Birden müziği bırakıp o satırları karaladım.
KARADENİZ’E DOĞRU
Gece olmuştu. Yolcular uyumuştu. Otobüs burnunu denize çevirdiğinde bir hüzün sardı beni ansızın. Sonra bir ölünün şarkısını işitti kulaklarım.
“Bakmıyor çeşmi siyah feryade!” diyordu Hamiyet Yüceses. Öyle feryat ediyordu ki sanki öte yandan, “Kurtarın beni!” der gibiydi. Üstelik diğer ölüler de onunla birlikte haykırıyordu. Örneğin tüm Çanakkale şehitleri, Hamiyet Hanım’ın, batan denizaltıda yitirdiği eşi, yıllar önce kaybetmiş olduğum sevgili babam ve başka gidenler, hep bir ağızdan çığlık çığlığaydılar. Öyle ki otobüsün dışında, karanlığın içinde hayaletleri, çığlıklarıyla birlikte ağaç gölgeleri gibi bir görünüp bir kayboluyorlardı.
Yalnızdım; ürperiyordum. Telefondan gelen mesaj sinyali de iyice sinirlerimi bozmuştu. O ölülerin haykırdığı gibi ben de ona haykırmak, elindeki telefonu parçalamak istiyordum.
Haykırışlar, kavga, gürültü, hakaretler, küçük görmeler, aldatmalar dahası, sevgiler artık bitmişti. Anı torbasını da tamamen boşaltmıştım. Bundan böyle yeni güzel anılar, dostluklar, sevgiler biriktirecektim; ileride gülebilmek için.
Geçen yıl almış olduğum fakat fazla kullanamadan sapı eskiyen bir çantamı arıyordum. Amacım, yeni bir sap taktırıp kullanmaktı. Aramaya, çekyatların altlarına bakmakla başladım. Yoktu. Diğerleri vardı ama o çanta yoktu.
Sonra çanta yığınlarının arasında bir şey buldum. İçi tıka basa dolu olan bez bir torbaydı. İçinde neler yoktu ki! Eski telefon numaraları, fotoğraflar, CD’ler, eski banka dekontları, otobüs biletleri, faturalar, daha bir sürü şey. Fakat bir şey daha vardı ki içimi burktu. Onunla yapmış olduğum son yolculuğa ait birkaç satır yazı.
Yazdıklarımın onunla bir ilgisi yoktu. Ben müzik dinlerken o da yanımda telefondan birisiyle mesajlaşıyordu.
Birden müziği bırakıp o satırları karaladım.
KARADENİZ’E DOĞRU
Gece olmuştu. Yolcular uyumuştu. Otobüs burnunu denize çevirdiğinde bir hüzün sardı beni ansızın. Sonra bir ölünün şarkısını işitti kulaklarım.
“Bakmıyor çeşmi siyah feryade!” diyordu Hamiyet Yüceses. Öyle feryat ediyordu ki sanki öte yandan, “Kurtarın beni!” der gibiydi. Üstelik diğer ölüler de onunla birlikte haykırıyordu. Örneğin tüm Çanakkale şehitleri, Hamiyet Hanım’ın, batan denizaltıda yitirdiği eşi, yıllar önce kaybetmiş olduğum sevgili babam ve başka gidenler, hep bir ağızdan çığlık çığlığaydılar. Öyle ki otobüsün dışında, karanlığın içinde hayaletleri, çığlıklarıyla birlikte ağaç gölgeleri gibi bir görünüp bir kayboluyorlardı.
Yalnızdım; ürperiyordum. Telefondan gelen mesaj sinyali de iyice sinirlerimi bozmuştu. O ölülerin haykırdığı gibi ben de ona haykırmak, elindeki telefonu parçalamak istiyordum.
Haykırışlar, kavga, gürültü, hakaretler, küçük görmeler, aldatmalar dahası, sevgiler artık bitmişti. Anı torbasını da tamamen boşaltmıştım. Bundan böyle yeni güzel anılar, dostluklar, sevgiler biriktirecektim; ileride gülebilmek için.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.