YAZAN: Emine Kamçı
Benim annem, düşüp omuzunu kırmasaydı, bu nedenle de hareketleri kısıtlanmasaydı, belki Sümerolog Muazzez ilmiye Çığ gibi sağlıklı olarak daha uzun yıllar bizimle yaşayabilirdi.
Doktorlar tarafından ‘Tansiyon hastası’ teşhisi konulunca tuzu daha az tüketmeye başlamıştı annem. Bir gün sürahideki suyu masaya dökmek suretiyle elini yüzünü yıkamaya başlayınca bir tuhaflık olduğunu sezdik. Annemi hastaneye götürdüğümüzde, doktor, bedeninin aşırı tuzsuz kaldığını, bu tür bilinç sorununun da ondan kaynaklandığını söyledi. Ben, tuz eksikliği sonucu akıl sağlığı yaşayan birini daha tanıyorum. Bir arkadaşımın annesinde de aynı durumlar gözlenmişti.
Benim annem, her sabah çay bardağına iki kaşık şeker atanlardandı ve bazı fiziksel sorunlarına karşın, doksan altı yaşına dek yaşadı. Oysa birçok bilim insanı şekerin kanıtlanmış zararından söz ediyor.
Şekerin zararını kabul ederek ben de bir ara çayı şekersiz içmeye başlamıştım. Ancak bir süre sonra çaydan hiç de tat almadığımı fark ettim. ‘Rakı içenler öldü de su içen ölmedi mi?’ mantığıyla yeniden şeker kullanmaya başladım. Yediğimiz, içtiğimiz neredeyse her şey zararlıydı ve şekerin zararı çok masum yani devede kulak kalıyordu.
Yıllar önceydi. Büyük oğlum beş aylıkken ishal olmuştu ve ben ona, büyüklerimizden öğrendiğimiz üzere, içine süt koymadan muhallebi yapmıştım. Ertesi gün doktora gittiğimizde, Çocuğumu bir gün sütsüz bırakmış olduğum için doktordan sıkı bir azar işitmiştim. Oysa günümüzde, bir bebek on iki aylık olmadıkça inek sütüyle beslenmesi sakıncalı görülüyor.
Yine yıllar önce izlemiş olduğum bir televizyon programında çok yaşlı bir kadın köyünden sesleniyor kaşık kaşık tereyağla beslendiğini övünerek anlatıyordu.
Eskiden bu güne dek gördüklerim, işittiklerim, dahası deneyimlediklerim artık kafamı karıştırmaya başlamıştı. Hangisi doğru, hangisi yanlış; kesinlikle kafamda doğru bir yere oturtamıyordum düşüncelerimi. Evet belki referans almamız gereken tıptı, bilim insanlarıydı ama onların da zaman zaman yanıldıklarına tanık olmuyor muyduk? Örneğin yumurtada kolesterol olup olmadığı halen bir tartışma konusuydu. Bazı ilaçların insanlar üzerinde kullanımı da çelişkili durumlardandı. Bunu biraz açacak olursak; bir vertigo ilacı olan betaserc’in hastalara önerilmesi de doktordan doktora farklılık gösterebiliyordu. Şöyle ki, şikâyetler aynı olmasına karşın, bir doktor aynı hastaya dört günden fazla kullanmamasını önerirken başka bir doktor bu hastanın ‘betaserc’i senelerce kullanmasını salık verebiliyordu. İşte yukarıda saymış olduğum çelişkili durumlar, yalnızca bende değil, birçok insanda kafa karışıklığına yol açıyor.
Günün birinde tüm sorularımıza doğru yanıt bulmamız dileklerimle.
Benim annem, düşüp omuzunu kırmasaydı, bu nedenle de hareketleri kısıtlanmasaydı, belki Sümerolog Muazzez ilmiye Çığ gibi sağlıklı olarak daha uzun yıllar bizimle yaşayabilirdi.
Doktorlar tarafından ‘Tansiyon hastası’ teşhisi konulunca tuzu daha az tüketmeye başlamıştı annem. Bir gün sürahideki suyu masaya dökmek suretiyle elini yüzünü yıkamaya başlayınca bir tuhaflık olduğunu sezdik. Annemi hastaneye götürdüğümüzde, doktor, bedeninin aşırı tuzsuz kaldığını, bu tür bilinç sorununun da ondan kaynaklandığını söyledi. Ben, tuz eksikliği sonucu akıl sağlığı yaşayan birini daha tanıyorum. Bir arkadaşımın annesinde de aynı durumlar gözlenmişti.
Benim annem, her sabah çay bardağına iki kaşık şeker atanlardandı ve bazı fiziksel sorunlarına karşın, doksan altı yaşına dek yaşadı. Oysa birçok bilim insanı şekerin kanıtlanmış zararından söz ediyor.
Şekerin zararını kabul ederek ben de bir ara çayı şekersiz içmeye başlamıştım. Ancak bir süre sonra çaydan hiç de tat almadığımı fark ettim. ‘Rakı içenler öldü de su içen ölmedi mi?’ mantığıyla yeniden şeker kullanmaya başladım. Yediğimiz, içtiğimiz neredeyse her şey zararlıydı ve şekerin zararı çok masum yani devede kulak kalıyordu.
Yıllar önceydi. Büyük oğlum beş aylıkken ishal olmuştu ve ben ona, büyüklerimizden öğrendiğimiz üzere, içine süt koymadan muhallebi yapmıştım. Ertesi gün doktora gittiğimizde, Çocuğumu bir gün sütsüz bırakmış olduğum için doktordan sıkı bir azar işitmiştim. Oysa günümüzde, bir bebek on iki aylık olmadıkça inek sütüyle beslenmesi sakıncalı görülüyor.
Yine yıllar önce izlemiş olduğum bir televizyon programında çok yaşlı bir kadın köyünden sesleniyor kaşık kaşık tereyağla beslendiğini övünerek anlatıyordu.
Eskiden bu güne dek gördüklerim, işittiklerim, dahası deneyimlediklerim artık kafamı karıştırmaya başlamıştı. Hangisi doğru, hangisi yanlış; kesinlikle kafamda doğru bir yere oturtamıyordum düşüncelerimi. Evet belki referans almamız gereken tıptı, bilim insanlarıydı ama onların da zaman zaman yanıldıklarına tanık olmuyor muyduk? Örneğin yumurtada kolesterol olup olmadığı halen bir tartışma konusuydu. Bazı ilaçların insanlar üzerinde kullanımı da çelişkili durumlardandı. Bunu biraz açacak olursak; bir vertigo ilacı olan betaserc’in hastalara önerilmesi de doktordan doktora farklılık gösterebiliyordu. Şöyle ki, şikâyetler aynı olmasına karşın, bir doktor aynı hastaya dört günden fazla kullanmamasını önerirken başka bir doktor bu hastanın ‘betaserc’i senelerce kullanmasını salık verebiliyordu. İşte yukarıda saymış olduğum çelişkili durumlar, yalnızca bende değil, birçok insanda kafa karışıklığına yol açıyor.
Günün birinde tüm sorularımıza doğru yanıt bulmamız dileklerimle.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.